Dünyada Olmak
Dünyada, onun karşısında şoke olmaksızın, sarsılmaksızın, neye uğradığımızı şaşırmaksızın nasıl yaşarız? O (ya da onlar) aynı şekilde karşılık vermediği halde, dünyada nasıl yaşayabilir ve endişeye kapılmaksızın ona karşı nasıl cömert ve minnet dolu davranmayı sürdürebiliriz? Bu dünyada, yolumuza çıkan kişiler ve başımıza gelen olaylar karşısında hiçbir kırgınlık hissetmeden, düşmanlık beslemeden hoşnutluk içinde yaşamaya nasıl devam edebiliriz?
Bu soruları kolayca yanıtlamak olası değil, çünkü hepimiz aynı hatayı yapmayı öğrendik. “Asli gerçekliği”, ister bir metre ister beş kilometre uzağımızda olsun, dünyanın kendisine atfediyoruz. “İkincil gerçekliği” ise yanlışlıkla kişisel bilinç evrenimize, yani gerçek “benliğimize” atfediyoruz. Bunun sonucu olarak da dünyanın bizi kolayca etkisi altına almasına izin veriyoruz. Dünyanın tüketicilerine dönüşüyoruz. Sonra da dünyanın bağımlısı oluyor, giderek de dünyaya tamamen bağımlı hale geliyoruz.
Öz bilincimizin (asli) “gerçekliği” açısından ise bu, artık “özgür ruhlar” olmadığımız anlamına gelir. Dünyanın esiri olmuşuzdur. İşte bu nedenledir ki, sık sık kendimizi mutsuz hisseder, birbirimize karşı ters davranışlarda bulunuruz ve “yaşama sevincimiz” bir şekilde kaybolur ve buna acı çekmek denir.
Asırlardır, bilge ve ermiş kişilerin, irfan sahibi yaşlılarla en bilgili ustaların sunduğu çözüm çok basittir. Tarih boyunca hemen hepsi evrensel bir şekilde tek bir şeyi kavramamızı önermişlerdir: Sizler bu dünyadasınız, ama ona ait değilsiniz. Bu, dünyayla ilişkimizi düzeltmenin yolunu işaret eden bir kavrayış biçimidir. Söylemesi kolay olsa da, bu dünyanın içinde idrak edilip uygulamaya konulması o kadar değildir!
Bu kavrayış şu şekilde de ifade edilebilir: Fiziksel bir beden içinde, yaşamını fiziksel bir dünyada sürdüren, fiziksel olmayan bir kimliğe sahip bir varlık olduğunuzu idrak edin. Fiziksel bedeninizin yalnızca bir barınak olduğunu, sizin de onun “sakini” olduğunuzu kavrayın. Öncelikle, kimliği bedeninden kaynaklanmayan bilinçsel bir varlık olduğunuzu anlayın. Ve çevrenizdeki fiziksel dünyayı oluşturan maddi öğelerle aynı şekilde varlık bulmuş bir bedeni işgal ettiğinizi fark edin. Çeşitli dünyevi kimlikler yaratıp aklınızı karıştırarak sonunda, “Ben hangisiyim?” diye kuşkuya düştüğünüzün ayırdında olmayabilirsiniz. Kimileri için bu sorun olmaz. Kimileri içinse anlam, amaç ve değer arayışlarının hepsinin temelinin özfarkındalık yoksunluğuna dayandığını anladıkça duydukları endişe dayanılmaz olabilir.
Dünyayı, dünyadaki şeyleri kendimizden daha gerçek ve önemli kılma alışkanlığımız çok baskındır. Dolayısıyla dünyayı güvenlik ve mutluluğun “yegâne” kaynağı haline getirme eğiliminden kurtulmak zor gelir. Dünyasal şeyleri kullanarak çeşitli kimlikler inşa ettikçe “kendi olmanın/özfarkındalığın” gerçek anlamını unuttuk. Dünyaya ve dünyevi şeylere duyduğumuz doymak bilmez iştahı “kesmenin” bize ne kadar güç geldiğini fark etmiyoruz herhalde. Sonuç olarak “asli gerçeklik” algımızı onarmamız da güçleşiyor.
Asıl gerçeklik algımızı onarmak ve bu sayede kendi içsel düşünce ve duygu evrenimize, kavrayış ve tutumlarımıza olan hakimiyetimizi onarabilmek açısından en yaygın alışkanlıkları anlamak yardımcı olabilir.
Arzulardan Arınmış Bir Gün
Her gün en sıklıkla yarattığımız düşünce türü herhalde “arzudur”. Dünyadan bir şeyler istediğimiz anlardır bunlar. Örneğin, “Daha çok zamanım olsa… İyi bir iş istiyorum… Hoş bir partnerim olsun… Neşeli bir tatil istiyorum… Bunun bitmesini istiyorum… Kusursuz olmak istiyorum”! Arzunun daima bir nesnesi vardır. O nesneye zihinsel düzeyde duyulan açgözlü arzu, bilincimizi tahriklere açık ve dünyaya sıkı sıkıya bağımlı kıldığı için onun karşısında kırılganlaştırır. Zihnimizin huzursuzluk çekmesinin ve sürekli dünyaya ilişkin imgeler ve düşüncelerle meşgul olmasının nedeni “arzudur”. Bu durum belli bir süre odaklanma yetimizi kaybetmemize ve giderek gücümüzün tükenmesine yol açar.
Her arzunun temelinde arzu nesnemize ulaşamama ya da onu elde edememe korkusu vardır. Korku ise stres demektir. Arzu, dünyadaki bir şeyin gelecekte bizi mutlu “edeceği” beklentisiyle mutluluğumuzu ertelemektir. Arzulardan arınmış bir gün geçirmeyi denediğinizde, ne kadar sık ve ne kadar çeşitli şekillerde içinizde “bir şeye karşı arzu doğduğunu” fark edersiniz. Oysa bir arzunun uyandığı her bir sefer, onu görmezden gelip ŞİMDİDE, huzurlu ve sakin bir hoşnutluk hali yaratma ustalığını edinme şansıdır! Arzunun geçip gitmesine izin vermek adeta bir sınavdır, sınavı geçen siz olursunuz! Öğrenci ustalık mertebesine doğru ilerlemektedir.
Bununla birlikte, kimileri bir fincan çay istemenin bir arzudan çok bir gereksinim olduğuna inanır! Ancak bu başka bir yazı konusu.
Soru: Niye arzu duyarız?
Düşünme konusu: Arzular sağlıklı ya da sağlıksızdır – üzerinde düşünün ya da tartışın.
Çalışma: Rastgele üç gün boyunca duyduğunuz arzuları saymayı deneyin.
C Mike George 2022