1950’li yıllarında yazılmış ‘Senin Bir Kişiliğin Var’ başlıklı şarkıda, çoğu zaman fark edilmeyen, ancak çok temel olan bir gerçek yatar, bu da SİZİN bir kişiliğe SAHİP OLMANIZDIR! Diğer bir deyişle, siz kişiliğiniz değilsiniz, bir kişiliğe sahipsiniz. O, sizde olan bir şeydir, ancak siz o değilsiniz. Daha da net bir şekilde söylemek gerekirse, o sizin yarattığınız bir şeydir.
Bu aslında iyi bir haberdir, çünkü birçoğumuz kendi kişiliğimizi kabul etmek zorunda olduğumuza ve onu zaten değiştiremediğimize inanmayı öğrendik. Ancak tam tersine, onu değiştirebiliriz. Kişiliğinizde özellikle sevmediğiniz, izniniz olmadan davranışlarınızda ortaya çıkan bir şey var mı? Bazen insanlar size, kişiliğinize tam olarak uymayan bir tarafınız olduğunu söyler mi? Her eskiyen giysi gibi bu da… onarılabilir!
Doğal mı yoksa öğrenilmiş mi?
Kişiliğimiz değişemez diyenler ya bu ‘öğrenilmiş inançtan’ bahseder veya bunu, kendi kişisel ‘alışkanlıklar dosyalarında’ bulunanları değiştirmek zorunda kalmamak için kullanırlar. Ancak bu inanç sistemini çürütmek çok kolaydır. Bir an durup kendi yaşamınıza bir göz atın ve kişiliğinizde nelerin değiştiğini görün. Belki eskiden tasasızdınız ve hiçbir şey için endişelenmezdiniz, ama şimdi endişeleniyorsunuz. Belki eskiden belli kişi veya olaylara öfkelenmezdiniz, ama şimdi veya bir süredir öfkeleniyorsunuz. Belki eskiden çok nadir üzülürdünüz, ama şimdi karanlık bulutları sanki bir saniye içinde çağırabiliyorsunuz. Belki eskiden neredeyse herkesi kolaylıkla kabul edebiliyordunuz, ama şimdi çok sık eleştirel ve yargılayıcı oluyorsunuz.
Başka birinin kişiliğinde bir değişiklik fark ettiniz mi hiç? Hiçbir şey ergenlerin kişiliklerindeki değişimi izlemek kadar şaşırtıcı olamaz. Bu olay, genellikle yıllarca her sabah mutfak masasında karşılaştıkları herkese emir verip kontrol eden kişilerin, yani diğer bir değişle ebeveynlerinin istediklerini yerine getirmek zorunda olmadıklarını fark ettiklerinde gelişir! Bu ve bununla birlikte ortaya çıkan birtakım hormonların etkisiyle, sanki tümüyle farklı bir insan karşımıza çıkmış gibi görünebilir bize!
Kişiliğinizi değiştirmek söz konusu olduğunda, her şey mümkündür. Neden mi? Çünkü kişiliğiniz, geçmişteki düşüncelerinizi eyleme geçirerek yarattığınız eğilim, özellik ve ezbere dayalı alışkanlıklarınızdan ibarettir. Birçok özelliğimizi ebeveynlerimizi veya çocukluk kahramanlarımızı taklit ederek edinmişizdir. Bazı özelliklerimiz de okuldaki akranlarımızın etkisi sonucunda ortaya çıkmıştır. Birçok eğilimimiz de, günümüzde her tarafımızı saran medya tarafından şekillendiriliyor.
Bu özellik, eğilim ve alışkanlıklar bir kere oluşmuşsa, bilincimizde ‘yaşayan kayıtlar’ haline gelir ve dıştan herhangi bir ‘tetikleyici olay/ilişki’ onları hayata geçirir. Hepsini bir araya getirdiğimizde, hayatımızdaki seçim, eğilim ve ilişkilerimizi sanki bilincimizde yer alan ‘içsel bir matris’ yönetir. Ancak, herhangi bir özelliğin veya belli eğilimlerinizin gerçekten siz olduğunuzu düşünmek büyük bir hatadır. Yaratan, yaratılan ile aynı değildir. SİZ kişiliğiniz değilsiniz.
Kişiliğin Kaynağı
Kişiliğinizin gözle görülmez dokusunun her bir ilmeğinin kaynağı, düşünce ve duygularınızın ötesinde, inanç ve bağımlılıklarınızda yatmaktadır. Pratiği devamlı yapıldığında, meditasyon veya derin düşünce yöntemleri, size herhangi bir alışkanlığınızın/özelliğinizin kaynağını veya ‘gerçek sebebini’ gösterir. Ancak bir ömür boyu süregelen bir alışkanlığı nasıl değiştirebilirsiniz? Benzersiz kişilik matrisinize nasıl yeni bir ilmek ekleyip, içini örebilirsiniz?
İşte böyle:
Kurtulmak istediğiniz bir alışkanlığı/eğilimi/özelliği seçin. Örneğin, başkalarına karşı eleştirici ve yargılayıcı davrandığınızı düşünüyor musunuz? Hepimiz medyanın başkaları üzerindeki yorum ve yargılarına çok fazla maruz kaldığmızı için, günümüzde çok yaygın bir alışkanlıktır bu. Bu alışkanlığın büyümesine izin verdiğinizde ve başka birini eleştirip yargıladığınız her seferde huzurunuzu kaybettiğinizi ve kendiniz için sadece üzüntü yarattığınızı fark etmemek çok kolaydır.
Ancak hangi alışkanlığınızı/eğilimimizi köreltmek istediğinizi bilmek yeterli değildir. Hangi özellik için eski alışkanlığınızın yerine yenisini getirmek değerli olacaktır? Aynı durum, kişi ve olaylar karşısında strese girmemeniz ve rahatsız olmamanız için ne tür bir yanıt vermeniz daha doğru olabilir? Etrafınızdaki kişilere ve olaylara şefkatle yaklaşmak için daha uygun ve kesinlikle daha nazik ve stressiz bir yanıt hangisi olur?
Suçlama yerine Şefkat
Diyelim ki yargılayıcı/suçlayıcı özelliğinizden kurtulmak ve daha şefkatli bir biçimde karşılık vermek istediğinize karar verdiniz. Herhangi bir şeyi herhangi bir seviyede yaratmak için enerji gerekir. Bir odayı daha aydınlık bir hale getirmek istiyorsak, ya ampule daha fazla elektrik vermemiz gerekir veya daha çok ampule ihtiyaç olur. Her ne olursa olsun daha çok enerjiye ihtiyaç vardır. Rengârenk mantonuzun, yani kişiliğinizin içine şefkati bir ilmek örmek de belli bir enerji gerektirir. Bu enerji maalesef elektrik prizinde veya bir plajda bulabileceğimiz bir enerji türü değildir!
İlk adım olarak şefkatin bir modelini çizmemiz gerekir. Nerede mi? Zihnimizin ekranında… Zihin, yarattığımız alandır. Zihin, üzerinde yaşamınızı yaratacağınız tuvaldir. Şefkatin özünde yatan ‘temel bileşenler’ nelerdir? Şefkatli yeni eğilimimizi geliştirmek için empati, anlayış, kabul ve saygı iyi bir çerçevedir.
Şefkatin bu ‘bileşenleri’nin tek başlarına, çok eskiden yerleşmiş olan yargılayıcı alışkanlığımızı değiştirmek için gerçek bir güçleri yoktur. Neden mi? Çünkü onlar sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Onları HEM yaratıp, HEM de güçlendirmemiz gerekir. Ondan sonra da onları öyle sağlam bir biçimde örmemiz gerekir ki, bilincimizde birleşip, algı, söz ve eylemlerimizde ortaya çıksınlar.
O zaman bu ‘şefkat bileşenlerini’ bilincimizde, sonra da davranışımızda hayata geçirmek için gerekli gücü (odaklanmış enerjiyi) nereden bulacağız? Yaşamımızda gerçek, yaratıcı ve dönüştürücü gücün en temel kaynağı kalbimizdir. Fiziksel kalbimiz değil, ‘özümüzün’, bilincimizin kalbi. O da özümüzün ta kendisidir. Bu bilgi de bize okulda öğretmedikleri şeylerden biri. Genel olarak konuşursak, bunu yapamadılar ve yapamazlar da. Çünkü onlara da bunu kimse öğretmedi. Dikkatimiz dünyaya doğru çekildiğinde, daimi yerimizin her zaman kendi kalbimizde olduğunun farkındalığını kaybederiz. Bunun da anlamı şu: her ihtiyacınız olduğunda, anında kendi içsel gücünüze erişebilmenizdir. Dikkat ve farkındalığınızı zihninizi çelen şeylerden uzaklaştırıp sadece kendi içinize dönmeniz gerekir.
İçinize dönmek için biraz zaman ayırmalısınız. Farkında olun. Pratik yapmak, farkındalığınızı ve içsel gücünüze giden yolu yeniler. Öbür türlü kalbinizle yaşamazsınız, yani kalbinizin gücünü, kullanabileceğiniz kadar kullanamazsınız. Çoğunlukla zihnimizde yaşarız ve kendimizi zihnimizde kaybederiz. Bu da, farkındalık pratiğinin son on yıldır neden gittikçe daha büyük kitleler tarafından uygulandığını çok iyi açıklamaktadır. Gittikçe daha çok insan, zihinlerinde yaşayıp çok fazla düşünmeye başladıklarını ve düşüncelerinin onları oradan oraya savurduğunun farkındadır. Bu, çok stres yaratmakla birlikte, onları aşırı yorup güçlerini kaybetmelerine yol açmıştır. Odaklanma gücünün yok olmasına sebep olur ve bu da yaratıcılığı yok eder. Ayırt etme gücü ve başkalarına uygun karşılık verme yeteneği zayıflar.
Ama en önemlisi, tüm bu ‘düşünme hali’ sizi kendi kalbinizden uzaklaştırır.
Yaratıcı Süreç
Şefkat çerçevemizi ancak aşağıda gösterildiği gibi güçlendirip hayat verdiğimizde, doğal bilgeliğe ve anlayışa kalbimiz aracılığıyla ulaşabiliriz.
Koşulsuz SAYGI gösterebilir misiniz?
Başkaları için koşulsuz saygı, şefkatin ana bileşenidir. Geçmişte veya şimdi yapılana bakmaksızın. Karşılıklı saygıdan yoksun bir dünyada bunu uygulamak kolay değildir. Ancak, unuttuğumuz bir gerçeğin kalbimizin derinliklerinde yattığı bize hatırlatılarak uyum sağlayabildiğimizde, bu iş kolaylaşır. Bu gerçek, her insanın doğuştan iyi ve değerli olduğu düşüncesidir. Onlar sadece iyiliklerini unutup farkındalıklarını kaybederler, tıpkı bizim de, bazen, unuttuğumuz gibi!
Bu gerçeğin gücüne tekrar bağlandığımızda, başkalarının zayıflıklarınını ve hatalarının ötesini görme yeteneğimizi onarır ve onların geçmişlerine bakmadan, kalplerindeki iyiliği ve değeri görürüz. Aynen kendimizde uyguladığımız gibi, kendi geçmişimize bakmadan! Bunu yapmak için, “Önce saygımı kazanmalılar”veya “Onlara karşı duyduğum tüm saygımı yitirdim” şeklindeki ‘alışık olduğumuz inançlarımızı’ sorgulamamız gerekir. Başkasına karşı koşulsuz saygı duymaya çalıştığınızda şunu fark edersiniz: ‘SİZİN istediğiniz bir şeyi’ yapmadıklarında, ona karşı duyduğunuz saygınızı eksiltmek istersiniz”. İstediğim şeyi alamadığımda başkasına kızıyorsam, buna genellikle bencillik denir. Toplumun kurallarına veya toplumsal standartlara uymayan kişilere kızıyorsam, bu ‘benim istediğimi yapmadıkları için kızdığım’ anlamına gelir!
İnsanlar sizin istediğinizi yapmadıklarında veya beklediğiniz saygıyı göstermediklerinde, bu durumda hissettiğiniz rahatsızlığın yerini başka bir şey ile doldurmaya çalışın. Başkasına saygı duyduğunuz an o saygının kendisi olursunuz. Siz saygı olduğunuzda ve başkasına saygı gösterdiğinizde, yargılama ve suçlama köleliğinden özgürleşirsiniz. Böylece kendinizi üzme alışkanlığınızdan da özgürleştirmiş olursunuz.
Başkalarını oldukları gibi KABUL edebiliyor musunuz?
Bir sonraki aşama da kabul etmedir. Bu da, bilgeliğinizin şöyle söylemesidir: “Onlarla aynı fikirde olmayabilirim ve bunun da farkındayım, ancak onları oldukları gibi kabul ediyorum.” Yapılan yapılmıştır ve şimdi de ayrı ayrı, hâkim ve suçlu olarak değil de, hep birlikte beraber nasıl ilerleyebiliriz. Kabul etme sizi direnmekten özürleştirir, çünkü direnmek her zaman korku veya öfkeyi, çoğu zaman da her bir iki duyguyu içinde barındırır. Bu yüzden birçok insan tüm hayatlarını kendilerini korku veya öfkenin içine hapsederek geçirir ki bu da sadece kendilerinin yarattığı üzüntüdür. Ancak hiçbir zaman bunun farkına varmazlar.
Başkalarının neden uyku durumunda olduklarını ANLAYABİLİYOR MUSUNUZ?
Bir sonraki adım da anlamaktır: bu da herkesin hata yaptığını ve hataların da düzeltilebileceğini kabul eden bilgeliktir. Daha derin seviyeye indiğimizde görürüz ki, çoğumuz şartlandığımız şekilde davranırız ve bazı insanların şartlanma şekilleri de başkalarına göre daha çok kalpleriyle uyumludur. Birçok kişinin şartlanma şekilleri birtakım alışılagelmiş inançlardan ibarettir ve bu da, onların ‘fark etmeden’ hata yapmalarına sebep olur. Mutsuzluğun herhangi bir şekli ‘Ben hata yapmaktayım‘ gerçeğinin işaretidir. Birçok insan için hata yapmak bir alışkanlık haline gelmiştir, ancak alışkanlıklarını değiştirerek, sürekli hata yapma eğilimlerini düzeltebileceklerini anlamazlar!
Başkalarını yargılayıp suçlama da sadece hatadır! Neden mi? Çünkü kendinizi sabote etmiş olursunuz. Bunu nereden mi anlarsınız? Kendinizi üzüp mutsuz ettiğinizde!
Başkalarının üzüntülerine EMPATİ duyabiliyor musunuz?
Ve son olarak da empati, başkalarının duygusal durumlarına karşı hassas olma yeteneğinizdir, ancak o duyguları bilincinizde yaratıp kendinizi o duyguların içinde kaybetmeden. Sadece başkalarının acısını paylaştığınızda, yani onların duygusal üzüntüsünü içinizde yarattığınızda, onlara empati duyup yardım edebileceğinizi öğrendiğiniz bir dünyada bu kolay bir şey değildir. Ancak bu empati değil, duygudaşlıktır. Bu, başkasına acımak anlamına gelir ve bu da ne size, ne de öteki kişiye yardımcı olur. Bu durumda, sadece gücü düşüren alışkanlıklara bir tane daha eklemiş oluruz. Eğlence ve haber sektörleri bize bu alışkanlıkları edindirmede çok becerikliler ve bir kere edindiğimizde de, bizi hayatlarımız boyunca biz hiç fark etmeden sömürürler.
Şefkatin bu dört ana bileşenini özenle hayata geçirmemiz gerekir. Önce aklımızda (yani teorik olarak), sonra da zihnimizde (her pratiğin başlangıcı olarak) her bir bileşeni ilişkilerimize uygulamayı gözümüzde canlandıralım.
Ancak, eski bir deyişle, bu davranış kalbimizden gelmeli!
Bu arada, eski yargılayıcı/suçlayıcı alışkanlığınız, neden kapıyı yüzüne çarptığınızı anlayamayacak. Eski alışkanlıkları yok saydığınızda, kalbinizin bilgeliğinden başka bir enerjiye daha ihtiyacınız olacaktır, o da kararlılığın gücü, dayanıklılık ve tabii ki eski dostunuz olan sabra.
İşte bu kadar – kişiliğinizde yer alan eski, yerleşmiş ve mutsuz bir alışkanlığı nasıl altı adımda değiştirebilirsiniz. Gerçekten kolay! Sadece yapmak gerek!
Bu, yüzeysel bir şekilde öyle yapıyormuş gibi davranmanız anlamına gelmez. Golf oynarken vuruşunuzu mükemmel hale getirmek gibi bir pratik de değildir bu. Bu daha çok derin bir farkındalığı uyandırmak, daha derin bir bilgeliğe ulaşıp, bu bilgeliği içten dışa doğru, etrafınızdaki insan ve olayları yeni bir şekilde görmeye, anlamaya ve onlara farklı şekillerde yanıt vermeye çalışmanız anlamına gelir!
Bütün bunlar size biraz fazla mekanik, rasyonel ve sıkıcı, biraz fazla zor gibi geliyorsa, “Başkalarını öldüren veya kötü davranan kişilere nasıl şefkatli olabilirim ki?” gibi düşünceleriniz varsa… Başka bir yöntem daha vardır. Mistiklerin yöntemi. Biz hepimiz potansiyel mistikleriz.
Mistik kişi üç temel doğrunun farkındadır:
1 Tüm çatışma, üzüntü ve şiddetin tek bir ana sebebi vardır, o da kim olduğumuza dair yanlış bir anlayış. Buna başka bir deyişle ego denir! Ancak bunu ‘görmek’ çok da kolay değildir, çünkü hepimize çok başarılı bir biçimde, aslında olmadığımız bir kişisel kimlik yaratmamız ve onu sürdürmemiz öğretildi! Ve şimdi de, bu çatışma dolu dünyamızda, egonun çok önemli bir yeri varmış gibi görünüyor!
2 Mistik kişi, ‘gerçekte’ sadece bilincin enerjisi olduğunun farkındadır. Bazılarının ruhsal enerji dediklerine, başkaları ruh der ve daha az bir sayıda kişi de ona ‘kimse’ der! Dünyadaki herhangi bir şeye bağlı olan bir kimlik anlayışı bu yüzden ‘gerçek’ değildir. Bu her tür duygusal üzüntünün sebebi haline gelir ve sonra da çeşitli şekillerde ‘suçlamayı’ da dâhil ederek, başkalarına ‘yansıtılır’.
3 Bunu anlayarak kendi gerçeğinizin farkına vardığınızda, asıl, hep var olan, ancak baskılanmış mizacınız içten dışa doğru tekrar kendini göstermeye başlar. Huzurlu, sevgi dolu ve yardımsever bir mizaçtır bu.
Bu altta yatan mizaç, başkalarının kim oldukları düşüncesine ve kişisel geçmişine bakmaksızın herkes için doğal bir şefkat duyar. Yargılama, eleştiri ve suçlama gibi eski alışkanlıklar suyun içindeki tuz gibi çözünüp yok olur. Anlayış, saygı ve kabulünüz doğal olarak, çabasız ve tereddüt etmeden, dağdan denize doğru akan nehirler gibi akmaya başlayacaktır. Şefkat nehriniz kime değerse, o kişi sizin gerçek mizacınızın iyiliği tarafından beslenecektir.
Hatta belki onları da uyandırarak…
Soru: Kişiliğinizdeki hangi özellik veya eğiliminizi körelterek, onun yerine yeni bir özellik koymak istersiniz?
Düşünce: Bu eski özelliğinizin neden bu kadar sık ortaya çıktığını biraz düşünün. Bir sebep, bir kaynak veya teşvik eden faktörleri görebiliyor musunuz? Bunların arasında ebeveynlerinizin davranışları, dünyanın nasıl işlediğine dair düşünceleriniz olabilir.
Eylem: Bu yeni özelliğin bileşenleri için bir çerçeve yaratın ve sonra da, üzerinde meditasyon yaparak/düşünerek, kalbinizin gücüyle besleyip bilincinizde canlandırın. Örneğin ‘sabrın’ bileşenleri nedir?
Mike George 2015