Bir Kişiliğiniz Var Mı?
12 Haziran 2017 Pazartesi
Ruhsal Bağışıklık
12 Haziran 2017 Pazartesi

Kendinizi Kim veya Ne gibi göstermeye çalışırsınız?

Aslında ben KİMİM?

Zaman ve mekân içinde yaptığımız yolculukta bir an gelir, inanılmaz ‘yapmacık davranan’ biriyle karşılaşırız. Bazen yapmacıklarının boyutu bizi neredeyse boğar! Ne kadar ‘hava attıklarına’ inanamayız. “Kendilerini, kendileri hakkında sadece kandırdıklarını nasıl da fark etmezler! Böyle gözle görülür bir yüzeysellikle kendilerine üstün bir hava vermeye nasıl cüret ederler” diye düşünebiliriz! Genellikle, sıradan bir insan grubu içinde en az bir tane böyle biri çıkar. Bir kişiye büyük ihtimalle tahammül edebiliriz. Bazen öyle zararsız bir biçimde aşırıya kaçarlar ki, onları gerçekten komik buluruz. Ama bir kişiden fazla olduklarında, doğru yerde miyiz diye sormaya başlarız kendimize!

Yapmacık kelimesi, birinin olmadığı biri veya bir şeymiş gibi davranması anlamına gelir.

En azından dışarıdan baktığımız zaman öyle görünür. Böyle kişiler her yönde üstün ve özel olduklarından emindirler. Ama bu onların… sorunudur! Biz onlarla nasıl baş eder ve ne hissederek tepki veririz, bu da ‘bizim sorunumuzdur’. Onların kendilerini nasıl gördüklerini kontrol edemeyiz. Bize küstah görünen davranışları kesinlikle kontrol edemeyiz. O kişilerin neden yapmacık bir kimliği bu kadar bariz bir biçimde geliştirdiklerini bilemeyiz. Bu belki sadece çocukken ‘sıra dışı’ ebeveynlerle yaşamak zorunda kaldıkları için geliştirdikleri bir savunma mekanizması olabilir. Travma yaratan bir deneyimin sonucu da olabilir. Belki de böyle birini taklit etmeyi öğrenmişler. Kim bilir? Yine de, bu bizim sorunumuz değildir.

Onların bizim için mükemmel birer ayna oldukları gerçeğini anladığımızda, bu kendi farkındalığımız açısından çok yardımcı olur. O kişiler muhtemelen içimizde var olan, ama görmek istemediğimiz bir şeyi yansıtırlar. Başka insanlar bizim için bunu genellikle yapar! Bu ilişkilerin doğasında vardır. Bu durumda onlar bize belki de kendi yapmacıklığımızı hatırlatırlar. Olamaz öyle bir şey diye düşünebiliriz, ama gerçekte hepimiz bir dereceye kadar yapmacık davranırız.

Çok Yapmacık Davrananlar

Hepimiz olmadığımız biri gibi davranırız. Doğduğumuzdan itibaren bize böyle öğretilir. Biz sadece farkında değilizdir! Olmadığımız biri gibi davranmanın boyutları, ne zaman ve nerede doğduğumuza bağlıdır. Kaçınılmaz ‘yapmacık davranmamız” ne tür bir aile ve kültür içine doğduğumuza bağlıdır. Bazen buna ‘büyük yalan’ denir, bazen de ‘büyük yanılsama’. Bazıları ise buna, hepimizi uyutarak hizada tutmak için bir komplo der!

Kişiliğimiz birçok faktör tarafından etkilenip gelişir. En güçlü etki ise kimlik anlayışımızdır. ‘Biriymiş gibi davranmak’, aynı zamanda ‘sahte bir kimlik anlayışı yaratmak’ olarak da tercüme edilebilir. Ve ‘sahte bir kimlik yaratmak’ ancak bir tek kelimeye indirgenebilir, ego’ya! Hepimiz bunu bir yere kadar yaparız, çünkü bu dünyadaki her kültürde zaten yapılan bir şeydir!

Hatta bazıları bunu yapmazsak eğer, bu egonun hükmettiği dünyada ayakta kalamayız diye iddia eder. Kendimiz için bir veya birçok kimlik aramayı, oluşturmayı ve beslemeyi hepimiz öğreniriz. Bu yüzden hayatımızda bir an gelir, çoğumuz da bunu itiraf eder ve kendimize veya başkasına “Bir kimlik arayışındayım” deriz. Veya belli bir grup için, burada en sevdiğimiz örnek isyancı ergenler, “Onlar sadece kimlik arayışındalar!” deriz. Bir topluluğun davranışı, birlikte bir grup kimliği oluşturan bireylerden oluşur ve bu kimlikten de her biri kendi kişisel kimliğini oluşturur!

Bir kimlik arıyorsak eğer, var olan kimliğimizden mutlu olmadığımız anlamına gelir. Bunlar da genellikle bize başkaları tarafından verilen kimliklerdir! Oysa her tür mutsuzluğun kimliğimizin sahte olduğuna dair bir işaret olduğunu hiç de fark etmeyiz. Başka bir deyişle, sadece kim ve ne olduğumuzu gerçekten anlarsak mutsuzluk olanaksız hale gelir!

Yani çoğumuzun yaptığı hata olmadığımız biri gibi davranmaktır, ancak bunun farkında bile olmayız. Ve farkına vardığımızda da, bunun doğal olduğuna inanırız, çünkü herkes bunu yapmaktadır! Bunun birçok örneği vardır ve her biri haliyle bu bizi kırılgan yapar! Aşağıda birkaç tane örnek verelim.

Bazı insanlar YAPTIKLARI ŞEYMİŞ gibi davranırlar!

Büyüdüğümüzde ne olmak istediğimiz sorulduğunda veya buna kendimiz karar verdiğimizde, bizi heyecanlandıracak bir iş, meslek veya herhangi bir eyleme dayalı bir kimlik yaratırız. Ondan sonra, bu işe gerçekten başladığımızda, kimliğimizi bu işin bize verdiği unvan, yetenek ve pozisyon üzerine kurarız. Bütün bunlar olmadığımız bir şey ve/veya biri gibi davranmamıza neden olur. Yaptığım şey ve iş yerimde bulunduğum pozisyon olmadığımı unuturum. Bu noktada kırılganlığımız barizdir. Yaptığımız şeyi, yeri veya şirketi değiştirmek zorunda olduğumuzda, bir şekilde strese gireriz. Tüm hayatları boyunca işleri/meslekleri/pozisyonlarıymış gibi davranmaktan mutlu olan kişiler, onları herhangi bir sebepten ötürü kaybettiklerinde perişan olurlar. En genel sebeplerden biri de emekliye ayrılmalarıdır.

GÖRÜNDÜKLERİ GİBİYMİŞ davranan kişiler!

Banyo aynasıyla ilk karşılaştığımız günden beri, bize yansıyan fiziksel bir görüntüye dayanan bir kimlik oluştururuz. Başkalarının görüntümüz konusunda ne dediklerini dinler ve bu malzemelerden bir imaj ve karakter yaratırız. Arada bir ruhsal bir deneyim yaşayan fiziksel bir form olmadığımızı fark etme olanağımız hiç olmaz; ancak gerçek şudur ki bizler bir sürü fiziksel deneyimi olan ruhsal varlıklarız.

Kimliğimizi, içinde bulunduğumuz bedene göre biçimlendirirsek, korku ve üzüntüyle karışık bir kibir yaratırız. Bunlar muhtemelen mutsuzluğun en sık görülen belirtileridir! Bu tür bir kimlik hem savunmacı, hem de saldırgan davranışlara sebep olur; ayrıca başkalarının düşüncelerine de aşırı hassasiyet gösterir. Sonuç olarak zihinsel ve fiziksel şiddetin temelini oluşturur.

Sadece bedenlerden oluşuyormuşuz gibi davranırsak, başka bedenleri birer tehdit olarak algılamaya başlarız. Ancak, öyle yaptığımızın farkında bile olmayız! Bu konuyu diğerlerine açıklayacak kadar bilge olması gerekenler ise, aynı yanılsama altında olurlar ve bu yüzden de kendileri de bu ‘yapmacık zihne’ sahiptir. Herkes aynada gördüğü görüntü gerçekten kendisiymiş gibi davranır!

Bazı insanlar İNANDIKLARI ŞEYLERMİŞ gibi davranırlar!

Her tür tartışma sadece kendi düşüncesinin doğru olduğunu ve diğerininkinin de yanlış olduğunu düşünen iki insandan ibarettir! Tartışmalarının, olayı kişisel algıladıklarının bir işareti olduğunun farkına varmazlar. Bu, kimlik duygularının zihinlerinde taşıdıkları bir düşünceye bağlı olduğu anlamına gelir. O an, kendileri sanki bir düşünceymiş gibi davranırlar! Siz aslında hiçbir zaman bir düşünce olamazsınız, sadece bir düşünceymişsiniz gibi davranabilirsiniz. Bunu nereden bilebilirsiniz? İnançlarınızı değiştirebilir misiniz! Evet, tabii ki değiştirebilirsiniz! O zaman, bu değişimi kim yapar? Siz yaparsınız! Yani, bir yerde ‘siz’ varsınız ve bir yerde de ‘inancınız’. Siz bir inanç değilsiniz. Ancak büyük ihtimal, hayatınızdaki birçok sohbette farkında olmadan bir düşünceymişsiniz gibi davranırsınız. Bunu yeterince sık yaptığınızda, başkalarının inançlarına bu şekilde tepki vermek alışkanlık haline gelir. Tüm kavgalar böyle başlar. Haberler her gün inandıkları şeymiş gibi davranan insanlarla doludur.

Bazı insanlar ELDE ETTİKLERİ ŞEYMİŞ gibi davranırlar!

Bazılarımız tüm hayatlarımız boyunca daha iyi bir hikâye yaratmakla meşguldür! Başarılarımızdan dolayı kendimize bir kimlik yaratmaya çalışırız ki, başkaları bizim kim ve ne kadar muhteşem olduğumuzu ve hayatımızla ne yaptığımızı fark etsinler. Bunların hepsi bizimihtiyaç duymamıza’ bağlıdır, yani başkaları tarafından görülme ve çok başarılı biri olarak takdir edilme ihtiyacımız. Başarılarımız kimliğimiz hale gelir. Bu büyük bir hatadır, çünkü o zaman başarımızmış gibi davranırız. Bu da gerçekten olduğumuz şeyden milyonlarca kilometre uzaktadır. Başarının üst noktasına gelindiği ve yavaş yavaş düşüşe geçildiğinde birçok kişinin bundan dolayı acı çekmesine şaşırmamalı. Bu düşüş dünyanın doğal halidir. Bu durumda çözüm nedir? Başarıya giden yolun tadını çıkarın ve oraya vardığınızda kendinizi kutlayın. Yolda da çok şey öğrenin. Ama kimliğinizi onun üzerine inşa etmeyin. Çelişkili de görünse, böyle yaptığınızda daha uzun zirvede kalırsınız. Buna bazen ‘şampiyonun alçakgönüllülüğü’ denir.

Bazı insanlar DAHA ÜSTÜN veya ÖZELMİŞ gibi davranırlar!

Birçok çocuk büyürken bir noktada bir üstünlük kompleksi geliştirirler. Bu belki de, ebeveynleri başka insanlara böyle davrandıkları için böyledir, belki de ebeveynler, çocuklarını nüfusun büyük çoğunluğuyla kıyasladıklarında, onların ne kadar üstün ve özel olduğunu devamlı onlara söyledikleri içindir. Çocuklar da buna inanmaya başlar ve böylesine ‘inanılacak’ bir fikre inanarak öz duygularını ve kimliklerini oluşturmaya başlarlar. Sonra da olaylar, durumlar ve belki de başka insanlar onlara o kadar da özel veya üstün olmadıklarını gösterir. Bu noktaya geldiklerinde ‘uyanıp’ kendi yapmacık davranışlarının farkına vararak değişebilirler. Başka bir ihtimal de, saldırgan davranır veya başkalarının yargılayıcı algılarına karşı bir savunma geliştirerek dıştan bir üstünlük imajı yaratırlar. Ondan sonra da daima başkalarından onay ararlar. Böylece çoğu zaman ‘gözümüze sokulan’ yapmacık kimlik güçlendirilir, yani bu kişiler başkalarının onayını arar ve başkaları da onlara karşı çıkmaz.

Neredeyse Tüm İnsanlar TENLERİNİN RENGİYMİŞ GİBİ Davranırlar

Özellikle ten rengi veya ırk konusunda çok hassas olan birine bedeninin ten rengi olmadığını söylediğinizde, o kişinin muhtemelen çok duygu yüklü bir tepki vermesine sebep olursunuz. Bugün birçok kültürde ırk çok önemli bir sorundur. Ten rengimiz olduğumuz düşüncesi zihinlerimizde o kadar derin bir yer yapmış ki, olmadığımız bir şey gibi davrandığımızı görmek kolay olmaz! Ancak bu, sadece bir görüntüden ibaret olduğumuza inandığımız ve ona göre de davrandığımız gerçeğin bir uzantısıdır. Aynada gördüğümüz şey olmadığımızı ve bilinçsizce öyleymiş gibi davrandığımızı fark ettiğimizde, renk hakkındaki tüm inançlarımız aniden kaybolur. Önemsiz oluverir. Önyargıları hala bu tür ‘yapay’ fikirlere bağlı olan kişilerin hala uyuduklarını anlarız. Onlar hala pembenin, sarının, kahverengin, siyahın veya beyazın veya herhangi bir rengin tonuymuş gibi davrandıklarının farkında değiller.

Teninizin pigmenti olmadığınızı bildiğinizde, formunuzun ten rengine hakaret edildiğinde, bunu kişisel algılamazsınız, çünkü siz o değilsiniz!

Neredeyse TÜM İnsanlar BEDENLERİNİN CİNSİYETİ oldukları gibi Davranırlar!

Tamam, yaptığınız şey, bedeninizin geldiği yer, başarınız veya görüntünüz olmadığınız fikriyle baş edebilirsiniz. Sadece size böyle öğretildiği için onlarmış gibi davrandığınızı muhtemelen görebilirsiniz! Ancak bir oğlan veya kız çocuğu, bir erkek veya kadınmış gibi davrandığınız fikri biraz akıl almaz gibi gelebilir. Bunu anlamak için çok basit bir açıklama yeterlidir. Bedenin bir cinsiyeti vardır, ancak bilincin yoktur. İçinde bulunduğunuz ve canlandırdığınız beden değilsiniz. Siz, bedende bulunan ve onu canlandıran bilinçli varlıksınız! Hepsi bu!

Bilincin varlığını bedenden ayrı bir enerji olarak kanıtlayamazsınız. Ama siz bunu kendi kendinize kanıtlayabilirsiniz; bedeniniz bunu yapamazken, siz zaman ve mekânın ötesine geçebilirsiniz. Zihninizde zaman ve mekânın farkındalığını kaybettiğinizde, bir bilinç olduğunuzu ve başka bir boyuta geçebildiğinizi kendinize kanıtlayabilirsiniz. Bedeniniz her zaman bu fiziksel boyuta aitken, siz başka bir boyuta aitsiniz!

Düzenli meditasyon yapanlar, bunu istediklerinde yapabildiklerini söylerler. Bilinçli farkındalıklarını zaman ve mekânın ötesine taşıdıklarında, kendi öz enerjilerini tazeleyip yenilediklerini ve tekrar şarj ettiklerini söylerler! Bedeninizin enerjisini değil, kendi enerjinizi! Bu tür içsel deneyim yaşadığımızda, ‘özünde’ ne erkek, ne de kadın olduğumuzu anlarız derler.

Büyük Soru

Peki, bu bizi nereye götürmektedir? Bu noktadaki en genel soru şudur, “Diyelim kendi ‘yapmacık’ davranışlarımızın farkına vardık. Diyelim ki, uyandık ve yukarıdaki tüm örnekler dâhil, olmadığımız biri veya bir şey gibi davranmayı bıraktık. Bu durumda geriye ne kalır? O zaman kim olurum? Tam olarak… Ben kimim?

Yanıtlardan biri şöyle olabilir. “Diyelim ki, bedeninizi kıyafet gibi tüm sahte görüntülerden özgürleştirmek istiyorsunuz! Doğal olarak tüm giysilerinizi çıkarmak istersiniz. O zaman da bedeniniz en doğal halini alır. Çıplak ve özgür olur. ‘Kendinizi’, içinde büründüğünüz nesne, düşünce ve inançlardan özgürleştirdiğinizde de aynısı olur. Onların siz olmadığınız yanılsamasını gördüğünüzde çıplak olursunuz. Çıplak olan ‘çıplak bir varlık’ olursunuz! En doğal ve özgür halinizde olursunuz.” Ve bilin bakalım! Özgür olmadığımızda mutlu da olamayız.

Tüm bunlar bizi sadece bir tek sonuca götürür. Ancak biz olmadığımız tüm inanç, düşünce, fikir ve imajları ortadan kaldırdığımızda, ben/sen/biz özümüz olarak ortaya çıkarız, bu da öz olarak… hiç kimsedir. Yarattığımız tüm kimlikler, ‘ben olmayan’ nesne ve kişiler üzerine kuruludur! Bu teori birçok kişi için dehşet vericidir. Başkalarına da gerçeküstü gelir. Ancak daha az sayıda insan için derin bir gerçeği yansıtır.

Bu da bizi bir sonraki büyük soruya getirir. Yaşamın ne anlamı kaldı? Hayatımı nasıl yaşarım… hiç kimse olarak?

Soru: Kişisel kimliğinizi en çok neye dayandırdığınızı hissediyorsunuz?

Düşünce: Kimliğinizi kaybettiğinizde ne olur? Bir şey veya biri gibi davrandığınızı fark edip bunu bıraktığınızda ne olurdu?

Mike George 2015