Bir kalem alın ve avuç içiniz aşağıya bakacak şekilde kalemi tutun. Sonra elinizi açın, kalemi bırakın ve yere düşüşünü izleyin. Kalem artık yok. Şimdi kalemi alın, tekrar tutun ama bu defa avuç içiniz yukarı bakacak şekilde olsun. Şimdi elinizi açın; kalemin durduğunu göreceksiniz. Ancak, tutmanın verdiği gerginlik gitmiş oldu. Eliniz rahat ve kalem, ihtiyacınız olduğu zaman orada.
Bu örnek neredeyse hayatımızdaki her şeyle ve herkesle ilgili zihnimizde ne yaptığımızı mükemmel bir şekilde özetler. Nasıl elimizi fiziksel olarak sıradan objeleri tutmak için kullanıyorsak, zihnimizi de objeler, fikirler, diğer insanlar, hatıralar, inançlar, ümitler, vs.nin imgelerini tutmak için kullanıyoruz. Kalem tutan elin kaslarındaki gerginlik gibi, zihnimizde tutmaya ve tutunmaya çalıştığımız her şeyle ‘zihinsel gerginlik’ yaratıyoruz. Aslında, tutunan zihnimiz, tüm gerginliğimizin, diğer bir deyişle tüm korkularımızın kaynaklandığı yerdir.
Zihinsel (ve fiziksel) rahatlama ve yenilenme biz, zihnimizde o an neyin ele alınması gerekiyorsa ‘açıklıkla, tutunmadan, ele almayı’öğrenene kadar mümkün olmayacaktır. Sağlıklı karar verme, zihinsel dikkatimizi tutunma alışkanlığından özgür bırakıp zihni daha geniş ve derin bir farkındalık seviyesine getirene kadar zor olacaktır.
Elimizde kalemi tutmakla ‘meşgul’ olduğumuzda, tüm fiziksel enerjimiz kalemi tutmak için harcanır. Tüm dikkatimiz kalemi tutmak üzerinde yoğunlaşır ve tek derdimiz kalemin elimizden düşmesine yol açabilecek tehditleri düşünmektir. Bu da etrafımızda, arkamızda, üzerimizde ve önümüzde olanlara farkındalığımızı kapatmamıza neden olur. Biz tutmakla meşgulken, farkındalığımız azalır ve sanki, tuttuğumuz oranda kendimizi ‘küçültmüş’ gibiyizdir. Dünyamız küçülür ve tuttuğumuz kadarıyla sınırlanır.
İşte zihnimiz de böyledir. Nesneler, insanlar, yerler, durumlar, hatıralar, fikirler ve inançların imgelerini yarattığımız ve tuttuğumuz yer burasıdır. Kaybetmekten korktuğumuz şeylere ‘tutunmaya’ çalıştığımız yer burasıdır. Ve böylece, ‘zihinsel gerginlik’ yaratır, farkındalığımızı daraltır, hayat etrafımızda ve içimizde olup biterken, onun bütününü, daha geniş ve derin bir şekilde görme kapasitemizi sınırlarız. Dikkatimiz ve farkındalığımız, kararlarımızı alıp seçimlerimizi yaptığımız aklımızı destekleyecek kadar özgür değildir. Farkındalığımız, bu kararları veren aklın ihtiyaç duyduğu içgörü ve bilgeliği almaya ve vermeye açık değildir.
‘Avuçtaki kalem’ örneğine geri dönecek olursak; elimizi rahat bırakmazsak, kalem başka kimse tarafından kullanılamaz. Ve kalem elimizdeki boşluğu doldurmaya devam ederse, elimiz yeni bir şeyi almak ve tutmak için özgür kalamaz. İşte zihnimiz böyledir. Nesneler, insanlar ve hatıralara vs. tutunmak için zihnimizi kullandığımızda, zihin alanımız sadece gergin olmakla kalmaz, aynı zamanda da tutunduğumuz imge ve fikirlerle üstü örtülmüş bir şekilde hep meşgul olur. Yani, bize yeni fırsatlar, yeni ilişkiler, yeni fikirler ve içimizden gelen yeni içgörüler şeklinde sürekli ‘yeniyi’ getiren yaşam nehrine kendimizi kapatırız. Tutunmakla bu kadar meşgul olduğumuz için farkındalık dünyamıza girmeye çalışan şeylere karşı ihmalkâr oluruz.
Bu yüzden, çoğumuz ‘sıkışmışlık’; yani hayatımızda hiçbir şeyin değişmediği hissini sıklıkla yaşıyoruz. Görünüşe göre hepimiz bu aynı monoton düzeni hergün yaşıyoruz. Eğer böyle hissediyorsanız, kendinize zaman ayırın ve bu hissin, bu kalıbın arkasında ne olduğuna bakın, muhtemelen zihninizde bir şeyleri alışkanlık halinde tuttuğunuzu göreceksiniz. Büyük olasılıkla da farkındalığınızı, yani açık olabilme, ‘yeni’ yi görme ve onu kabul etme yetinizi bunun kapattığını farkedeceksiniz.
Bazen ‘sıkışmışlık’ hissinden kaynaklanan yavanlıktan şikâyet edebiliriz ancak daha derinde bulunan zihinsel sebebi göremeyiz. Yeniyi, farklı olanı ve öngörülebilir bir hayatın kalıplarını kıracak şeyi istediğimizi söylesek de, aslında çoğunlukla kendimizi şikâyet ettiğimiz koşullara bağlamışızdır. Yoksa kendi kendimize bile şikâyet etmez, ileriye dönük yeni bir yol aramak, onu davet etmek, çağırmak, yaratmak ve kendimize çekmek için hevesli davranırdık. Muhtemelen epeyce rahatsız olduğumuz konfor alanımızın kapısında nöbet tutmak yerine, kapıları açar, nehrin bizim engin ve sınırsız zihinsel alanımızdan geçip içeriye girmesine izin verirdik.
Bu yüzden de, zihnimizle alışkanlık halinde tuttuğumuz şeyleri farketmek ve onları bilinçli bir şekilde bırakmak biraz cesaret gerektirir. Ancak o zaman farkındalığımızın ve vizyonumuzun yeni fırsatlarla dolmasına izin verebiliriz. Bunun tam aksine ve bir nevi çelişkili olarak, birçok kişi değişime hazır olduklarını, yeni bir işi, yeni bir hayat şeklini ve yeni fırsatları çok arzuladıklarını söyleseler de, bu henüz gerçekleşmeden önce zihinsel olarak tutunmaya çalıştıkları bir şey haline gelir. Böylece, yaşam nehri bunu önlerine getirdiğinde, fırsatların imgesine tutunmakla o kadar meşguldürlerdir ki yeni fırsatların gerçekliğini farkedemez ve kucaklayamazlar.
Sonuç olarak, kalbimizin derinliklerinde hepimizin bildiği bilge söz – hiçbir şeye tutunma, tuttuğun herşeyi bırak, açık kal, özgür ol– farkındalığının kapılarından giren herkesi ve herşeyi kucakla ve yaşam nehrinin tam olarak ihtiyacın olanı her an sana getireceğine olan inancını koru. Unutma ki, nehir iki yönden de akar – dışarıdan içeriye ve içeriden dışarıya doğru!
Soru: Hissettiğiniz herhangi bir “sıkışmışlık” hissinin altında neyin yattığını farkediyorsunuz?
Yansıma: Direnç inatçılığa yol açar – direnç gösterdiğiniz şey neden daha da güçleniyor?
Eylem: Bu hafta her günün sonunda 5 dakikanızı ayırın ve ‘zihninizin bir şeylere tutunduğu’ anları gözden geçirin.