Neden Kendiniz OLMAK doğal olarak Mutlu OLMAKTIR?
Her ne yaparsanız yapın, nereye giderseniz gidin, her ne isterseniz isteyin, birlikte olmak istediğiniz kişi her kim olursa olsun, tüm bu arayışların tek bir sebepten kaynaklandığına hiç dikkat ettiniz mi? – tüm bunlar kutsal mutluluk kâsesini bulma arayışıdır. İster bilinçli ister bilinçsizce olsun hemen hemen herkes neredeyse tüm zamanını mutluluğu arayarak geçirir. Bu arayış yüzünden son 10 yıldır adeta bir bombardıman gibi ortaya çıkan o kitaplar, seminerler, kurslar, atölyeler, retreatler (geri çekilme/içe dönme çalışmaları) mutluluğunuzu size yeniden geri verme vaatlerinde bulunuyor. Ama bunu yazık ki hiç kimse yapamaz! İmkânsız! Neden mi? İşte size gerekçeleri!
Nihai mutluluğa ulaşmadan önce günlük hayatımızda doldurulması gereken üç büyük nokta vardır. Bunlar Mutluluk, Özgürlük ve Özdür. Ancak bunların her birinin gerçek manasını anlarsak, birbirleri arasındaki bağı görürsek ve bu bağlantıyı gerçekten ‘kurabilirsek’, sarsılmaz bir biçimde…yeniden…nihai olarak mutlu oluruz!
Üç Hata
Neredeyse her gün birçoğumuz kendimize “Bugün mutluluğu nerede ve nasıl bulabilirim?” sorusunu yöneltiyoruz diyebiliriz. Ama çok azımız kendimize şu soruyu yöneltiriz: “Peki neden şimdi mutlu değilim?”Bu soruyu kendimize sıkça sormak; bize öğretilmiş olan ve sıklıkla tekrarladığımız üç hatayı keşfetmemizi sağlayacaktır.
İlk hata ‘gerçeklik’le ilgili! Hepimiz ikincil gerçeklikle birincil gerçekliği karıştırmayı öğreniyoruz! İkincil gerçeklik çevremizdeki dünya, ‘dışarıda’ olandır. Bu durmadan değişen insanların, olayların, durumların ve nesnelerin dünyasıdır. Birincil gerçeklik ise iç dünyamızdır, bilincimizin içindeki dünyadır. Bu ise durmadan değişen algılarımızın, düşüncelerimizin, duygularımızın, yaklaşımlarımızın içsel evrenidir.
Biz; ikincil gerçekliğin esas gerçeklik olduğunu sanırız, hatta birçokları için bu tek gerçekliktir. Bu da bizi ikinci ölümcül hatayı yapmaya iter.
Zevk mi Mutluluk mu?
Esas gerçekliğin bilincimizin içindeki gerçeklik olduğunu fark etmeyi bıraktığımızda, ‘hissettiklerimizin’ dış dünyadan, dış çevremizden yani ikincil gerçeklikten kaynaklı olduğuna inanmayı öğreniriz. Hiç şüphesiz bu dünya bizim kontrol edemediğimiz bir dünyadır. İşte o zamanda huzuru ve mutluluğu uyaran duyguları yarattığına inandığımız ‘dış dünyaya’ bakmaya’, dışarıya gitmeye başlarız. Sonunda ‘mutlu anlarımızın’ bizi dıştan içe beslediği yanılgısına düşeriz. Ancak bu duygular gerçek mutluluk değildir, bunlar sadece ‘zevk’ anlarıdır. Hatta o bile değildir. Bu anlar sadece duyularımızın uyaranlarıdır.
Şimdiye kadar her şey çok açık!
Dış kaynaklardan içimize gelen bu ‘uyaranlar’ bize ‘neşeli’ anlar verirler, evet ama o neşeli anları takip eden ‘hüzünlü’ anlar vardır daima. Uzun vadede zevki sağlamak için daha yeni ve uzun süren, üstelik mutluluk sandığımız uyaranlara ihtiyaç duyarız. Sonuçta hüzünlü anlar daha da hüzünlü, uzun ve daha yoğun hale gelir. Bu hüzünlü anlar acı çekme ve ‘mutsuzluk’ olarak da bilinir. İşte bu yüzden dış dünyadaki ikincil gerçeği esas gerçeklik sanırsanız ve mutluluğumuzun bu ikincil gerçeklikten geldiğine inanırsanız, mutlulukla karıştırdığınız zevki kovalamaya başlarsınız. Hal böyle olunca er ya da geç kendinizi mutsuz etmeniz artık kaçınılmazdır. Son cümlenin doğruluğunun sağlamasını kendi deneyimlerinizden yola çıkarak da yapabilirsiniz.
Burada, zevk almak yanlış bir şeydir demiyoruz. Zevk almak hayatın birçok çeşitli deneyiminin zenginliklerinden bir tanesidir. Sadece bunun gerçek mutlulukla aynı şey olmadığını dile getiriyoruz. Ya da şöyle diyelim, zevk almak ‘gerçek’ mutluluk değildir. Sadece kısa sureli bir heyecandır!
Üçüncü Hata
İkincil gerçekliği, birincil gerçeklik yapmak, zevkle mutluluğu karıştırmamıza neden olur, bu da bizi yaptığımız üçüncü hataya taşır. İşte bu noktada farkında olmaksızın büyük bir çoğunluğumuz Hedonizme dâhil oluruz! Hedonist bir kişi, yaşamdaki mutluluğu sadece zevkin getirdiğine inandığından sürekli zevkin peşinden koşan kişidir.
Bize ailelerimiz ve öğretmenlerimiz tarafından bu üç büyük hatayı yapmamız öğretilir. Bu hataları yapmamız için bizi teşvik eden bir kültürde büyürüz. Ve tıpkı her iş kolunda olduğu gibi sistem, bizi bu hataları yinelememiz için yapılandırır.
Gerçek Olan
Ancak zaman zaman sadece zevkin peşinden koşmayan gözleri açılmış kişileri görür ya da duyarız. Bu kişiler zevk peşinde koşmanın sadece hayal kırıklığına, mutsuzluğa, acı ve depresyona sebep olduğunu fark etmişlerdir. Acıları öyle yoğun bir hale gelmiştir ki neredeyse her şeyi sorgulamaya başlamışlardır. Kimi zaman bu kişilerin çeşitli kurumlarda yüksek mertebede görevleri vardır, yani maddesel zenginliğe ve konforlu bir yaşam standardına sahiptirler. Uzaktan bakıldığında “her şeye sahipmiş” gibi görünürler. Ancak bilinçlerindeki birincil gerçekliğin yokluğu yüzünden kendilerini boş hissederler. Sonra, bir gün gelir, her şeyi bırakır ve daha az bilinen bir hareket olan Eudonizm’e ‘dönerler’. Hedonistik mutluluğun sadece dıştan içe olduğunu, Eudonistik mutluluğun ise biricik, kalıcı ve içlerinden gelen bir mutluluk kaynağı olduğunu fark ederler.
Tüm tuzaklarını bırakırlar, kolektif bir yaşam biçimi yaratırlar, hiçbir karşılık almaksızın gösterişsiz yardım dernekleri ya da gönüllü kuruluşlar için çalışırlar. İşin özünde yaşam enerjilerini diğer insanların faydaları için harcarlar. Onları bir yıl aradan sonra gördüğünüzde size şunu söyleyeceklerdir: ‘Keşke bu işi yapmaya daha önceden başlasaydım.’ Peki, böyle hissetmelerinin, böyle söylemelerinin sebebi nedir? Çünkü içlerindeki enerjiyi daha anlamlı bir şekilde kullanarak ve genellikle de diğer insanlara yardım ederek ya da onlara çeşitli şekillerde hizmet ederek gerçek mutluluğun sessiz bir neşe ve tamamlanmışlık hissi, kendiliğinden olan derin bir hoşnutluk duygusu olduğunu yeniden keşfetmişlerdir.
Üç Tane daha da Ölümcül Hata
Biz bu üç temel hatanın farkına varıncaya kadar günlük hayat içerisinde daha başka üç tane daha hata yapma eğilimi içerisinde oluruz. Bakalım ikincil gerçeklikle birincil gerçekliği, zevkle de mutluluğu karıştırıyor muyuz?
Geç saatlere kadar ve uzun saatler boyunca sıkı çalışırsınız, çünkü bir hayatınızın bir yerlerinde size sıkı çalışmanız gerektiği, ‘iç’ dünyanızda ‘mutlu olmayı hak etmeniz’ için ‘dış’ dünyada bir şeyler başarmanız gerektiği öğretilmiştir. Gerçekten sıkı çalışmadığınızda ise kendinizi kötü hissetmeniz, mutsuz olmanız gerektiği bilgisine maruz kalmışsınızdır.
‘Güzellik efsanesi’ tuzağına düşmüşsünüzdür, bu efsane size mükemmel bir tene, beyaz bir gülüşe sahip değilseniz, tek kelimeyle göz kamaştırıcı olamıyorsanız, o renkli, parlak magazin dergilerindeki, reklam panolarındaki insanlar gibi mutlu ve başarılı da olamayacağınızı söyler.
Böylece ancak diğer insanları mutlu eden kişi olursunuz çünkü bir başkasını bir şeyler yaparak ya da söyleyerek mutlu etmeden ilişkilerinizde kendinizin asla mutlu olamayacağına inanmışsınızdır!
Sizin için her yol sizi mutsuzluğa götürecektir: a) yeterince çalışmıyorsunuz ya da bir şeyler başaramıyorsunuz b) aynaya baktığınızda kendinizi güzel hissetmiyorsunuz c) siz her ne yaparsanız yapın çevrenizdeki insanlar mutlu olmuyor.
Tüm bunlar bizi şu soruya iter: Öyleyse gerçek mutluluk nedir?
Büyük ihtimalle üç tür hakiki mutluluk vardır – hoşnutluk, neşe ve saadet. Meydana gelmeden, hissedilmeden ya da sürdürülebilir hale gelmeden önce; her birinin bilincimizde kendi önkoşulu ya da farkındalığı vardır.
1 Hoşnutluk Her ne oluyorsa ve her kim ne yapıyorsa hepsi olması gerektiği için oluyordur. Bu her an ve her yerde böyledir! Bu ise ‘yargılamak’ ve ‘kontrol etmek’ olan iki huyumuzu bırakmamız gerektiği anlamına gelir! Birisini ya da bir şeyi yargıladığımızda, hoşnutluğun temel direği olan iç huzurumuzu kaybederiz. Birisini kontrol etmeye çalıştığımızda, her seferinde mağlup oluruz ve sonuçta da aşırı mutsuzluk yaratan bir çeşit kızgınlık ortaya koyarız.
2 Neşe Hayatın amacının ‘yaşamak’tan ne eksik ne de fazla olduğunu fark etmektir. Böylece ikinci soruya geliriz: ‘yaşamak ne demektir?’. Biz bu soruda yaşayadururken aslında sorunun basit yanıtına da ulaşırız. Yaşamın amacı sürekli yaptığımız ama esasında yapamadığımız bir şeydir; düşünmek ve yaratmak. Biz dünyaya bir yaşam almak için gelmiyoruz, o yaşamı yaratmak için geliyoruz! Bu bilinçli bir şekilde yaşamımızı, yolumuzu, yolculuğumuzu başka insanlarla ve fakat onlara bağımlı olmaksızın bilinçli olarak yaratma serüvenidir. Sözünü ettiğimiz serüvense bizim bilincimizde, bizim zihnimizin içinde başlıyor.
Bu tabii ki çok kolay öğrenilen bir kavrayış değildir çünkü bize her zaman bir işe girmemiz, para kazanmamız, aile kurmamız, belli bir hayat standardına sahip olmamız öğretildi. Birçoğumuz sözünü ettiğimiz şeylere sahip olmanın otomatik birer hak olduğunu düşünür. Hatta öyle ki kimi zaman ‘haklarımız’ da denen umutlarımız ve mevkilerimiz için sokaklarda gösteri yapabiliyor ya da kavga edebiliyoruz. Tüm bunları ta ki bu hakları yaratmak için geldiğimizin ayırdına varana ve kurban bilincinden çıkıncaya kadar devam ederiz. Kendimizi kurban gibi görmenin neşe dolu bir yanı olmadığından bu bilinçten kurtulmamız gereklidir!
3 Saadet Biz tamamen ve tek kelimeyle özgür bir varlık olduğumuzdaki mutluluğun o hakiki halidir. Böyle dakikalarda kelimenin gerçek manasıyla ‘özgür bir ruh’ olduğunuzda, hiçbir şeye, kimseye bağımlı değilsinizdir, hiçbir nesnenin, fikrin, inancın ya da hatıranın tutsağı değilsinizdir. Eğer merak ediyorsanız, mutluluğu sık sık yakalayamayışınızın sebebi işte tam da bu noktalardadır. Böylece üçüncü büyük noktamız olan Öz’e geliriz.
Kendi Kendimize Kurduğumuz Hapishane Hücresi
Büyük bir çoğunluğumuz az sonra sözünü edeceğimiz kavramlardan en azından birine bağımlı hale gelip ruhumuzun özgürlüğünü kaybediyor ya da onların tutsağı haline geliyor, bu kavramlar– mevki, güç, para, mülk, insanlar/insan, prestij ve ayrıcalıklardır. Bilincimizdeki gerçekliğin içine harmanladığımız bu kavramlarla kendi ‘benlik algımızı’ ne denli kaybettiğimizi fark etmiyoruz bile.
Onların bize ancak geçici zevkler sağlayabileceğini fark etmeksizin, onları mutluluk kaynağımız olarak görüyoruz. Bu kavramları kullanarak kendimize yanlış kimlik algıları yaratıyoruz. Esasında fark etmediğimiz şey; kendimizi, bilincimiz içine yine kendimizin yarattığı bir hapishane hücresine kapatıyor oluşumuz. Sonra da bunları kaybetmenin korkusuyla ne kadar çok zamanımızı telef olarak geçiriyoruz. İşte bu yüzdendir ki, hepimizin hayatında çeşitli düzeylerde de olsa kaygı mevcuttur.
Kaygı, gerilim, endişe hepsi de korkunun, kaybetme korkusunun birer biçimidir. Korku ise mutsuzluğa eşdeğerdir.
Kişisel özgürlüğün kaybında neredeyse sürekli, mutsuzluğu getirecek birçok yanılsamanın etkisi vardır, bize öyle gelir ki mutsuzluğu ancak zevk anlarıyla dindirebiliriz! Birçokları için umutsuzlukla dolu olan bir hayatı kurtarmanın yolu ancak duyusal hazlardır!
Özgürlüğün Yanılsamaları
Özgür olduğumuza inanırız çünkü bizce özgürlük, istediğimiz her yere gidebilme, istediğimiz her şeyi söyleyebilme ve yapabilme kabiliyetidir. Ancak bu gerçek özgürlük değildir. Bu ‘dışarıdaki’ ikincil gerçeklik dünyasındaki özgürlük biçimidir. Oysa bilincimizde, birincil gerçeklikteki özgürlük ‘burada’ olan her şeyden ve her kişiden uzak olmak, onlara bağımlı olmamaktır. Size çelişkili gibi görünebilir ama ancak o zaman ‘dış dünyadaki’, çevremizdeki insanlar için mevcut, yararlanılabilir ve daha yakın hale geliriz. Bir nevi, uzaklık yakını getirir de diyebiliriz. Ancak o zaman bilincimizin, özümüzün enerjisiyle en doğal olanı yapmak için mesela başka insanlara özen göstermek için kendi yollarımızı ‘yaratacak’ içsel özgürlüğe sahip oluruz!
Bahsettiğimiz bakış açısı, değer ve davranış biçimleri ikincil gerçeklikten beslenen materyal topluma şartlandırılmış bir zihne çok fazla şey ifade etmeyecektir. Hatta ta çok yorulup büyük stres altında kalana ya da ilişkilerimizde ciddi hasarlar gelene kadar bize de genellikle çok şey ifade etmez. Bu tür hadiseler başımıza gelmeye başladığındaysa bir durur yaşantımızda süre giden inanç sistemlerimizi sorgularız, işte ancak o zaman yaptığımız bu üç büyük hatayı görürüz!
Banyo Duvarında Asılı Olan Ayna!
Öğrenmeniz gereken en zor ders banyo duvarında asılı olan aynada gördüğünüz kişinin SİZ olduğu yanılgısından kurtulmanızdır. O siz değilsiniz! O sadece fiziksel bir görüntüdür ve ÖZ fiziksel bir görüntü değildir. İkincil gerçekliğin başladığı yerde fiziksel görüntü de başlar. Şayet kimliğimizi ikincil gerçeklikteki herhangi bir şey üzerine konumlandırırsak, mutsuzluk kaçınılmaz kaderimiz olacaktır. İşte bu yüzden birçokları için, stres, acı her gün banyolarındaki aynanın önünde başlıyor!
Böylece şimdi neden mutsuz olduğunuzu biliyorsunuz. Şimdi mutlu olmak için tamamen özgür olmanız gerektiğini biliyorsunuz, tamamen özgür olmak içinse, olmadığınız şeylerde kendinizi kaybetmeye bir son vermeniz gerektiğini biliyorsunuz. Sadece gerçek özgürlükte, kendi hakiki özünüz olabilirsiniz! Ancak o zaman bağımsız ve ihtiyaçlardan özgür olursunuz! Ancak o zaman gerçek bir ‘verici’ olursunuz ve siz kendinizden bir şeyler verdikçe içinizden gelip sizi besleyen o hakiki ‘eudonik’ mutluluğunuzu yeniden keşfedersiniz. Sonra yavaş yavaş, bazıları için çok yavaş yavaş, o zevk bağımlılığı ve zevkin mutluluk olduğu yanılsaması usulca zayıflayıp kaybolur.
İçimizden çoğu insanın bu yolu ‘bilip’ yaşamadığı o kadar uzun zaman olmuştur. Zevk ve mutluluk birbirine karıştırıldığından beri, biz kısa süreli zevklerde mutluluğu aramaya meyilli olduğumuz için bunu alışkanlık haline getirdiğimizden beri, nicedir böyle yaşamaz olduk. Yeniden bu yola dönmek, içsel özgürlük konumumuza ulaşmak biraz zaman ve incelikle tasarlanmış bir dikkat gerektiriyor.
İşte bu yüzden eski arkadaşınız olan ‘Sabır’ı yeniden kendi ‘öz’ünüz olma yolculuğunda size eşlik etmesi için davet etmelisiniz.
Soru: Sizce neden hepimiz de bu üç hatayı yapmayı öğrendik?
Düşünce: Kendinize salt başkalarının faydası için, hiçbir çıkar gözetmeksizin enerji harcadığınız bir günü hatırlatın. Kendinizi tam olarak nasıl hissetmiştiniz?
Harekete geçin: Önümüzdeki hafta her gün kendinize bir dakika seçin ve gerçek mutluluğunuzu teşvik edecek bir şey yapın.
Mike George’un son kitabı Kendimiz OLMAK adlı eserinden alıntılanmış ve düzenlenmiştir.
Kendimiz OLMAK – İçimizde/Yolumuzda Olanı Olduğu gibi görmek ve bilmek, işte bu gerçek yoldur! –
Mike George