Zamanın Çağrısı
12 Haziran 2017 Pazartesi
Zihni Şifalandırmak – Öfkeyi Şifalandırmak
12 Haziran 2017 Pazartesi

Zamanınız Anlam DOLU mu?

Ne zaman hayatınız üzerinde herhangi bir açıdan derinden düşünseniz, muhtemelen ZAMAN’dan daha gizemli hiçbir şey yoktur.  Onu yakalayamaz, durduramaz, ondan tasarruf edemez veya onu kaybedemezsiniz. Zaman bir şey değildir, o bir ‘o’ değildir. Yine de o bir malmış, kaynakmış veya biriktirilebilecek, tasarruf edilebilecek veya harcanabilecek bir şeymiş gibi düşünüyor, konuşuyor ve davranıyoruz. Aslında zamanla ilgili üç yanılsama kişisel hayatımızı yönetiyor – zaman ‘tükenecek’; acele edersek zamandan ‘tasarruf edebiliriz’; ve eğer bekleyecek olursak daha sonra… ‘daha fazla’ zaman olacaktır!

Bazı günlerde kendi saatimize muhtemelen diğer insanların yüzlerinden daha sık bakarız. Önce zaman darlığından bahsederiz, sonra nefessiz kalır ve daha sonra bir işi zamanında bitirmek için koşuştururken, aynı zamanda nereden ‘zaman bulacağımızı’ bilmediğimizi söylemeye başlarız. Ne var ki zaman bulunmaz, yaratılır.

Zaman bir algıdır. Daha açık bir şekilde zaman, sizin olaylar arasındaki boşluk ‘algınız’ veya içerisinde bir olayın başladığı ve bittiği boşluk ‘algınızdır’. Bizler algılarımızın yaratıcıları olduğumuza göre, zamanın da yaratıcılarıyız. Geçen zamanın farkındalığı doğal kişisel bir ‘içsel deneyimdir’.  Tıpkı bir tuvalin bir tabloya ev sahipliği etmesi gibi, zaman da yaşam yolculuğumuzu üzerine resmedeceğimiz tuvaldir.

Öyleyse neden çoğumuz çıldırmışçasına zaman odaklı yaşam tarzları yaratıyoruz? Öyleyse nasıl oluyor da bazılarımız (kim olduğunuzu biliyorsunuz) zamanın köleleri haline gelmiş gibi görünüyoruz?  Neden yanlışlıkla zamanın tükendiğine ve yarın daha fazla zaman olmayacağına inanmaya başladık? Bu ne zaman böyle olmaya başladı!

Bir zamanlar, geçmişte bir zaman, genç ve parlak zekâlı bir marangoz varmış. Bir gün o zamana kadar görülmüş en nefis kutuyu yapmış. Kutunun üzerine ise, o zaman kadar görülmüş en güzel yüzü ve iki mükemmel eli resmetmiş. O gece, gece yarısı civarında ormana gitmiş, dağlara çıkmış ve ZAMAN’a şöyle demiş: “Eğer bu kutuya girecek olursan sana söz veriyorum yeryüzündeki tüm insanları kontrol edeceksin.” Bir an duraksadıktan sonra ZAMAN cevap vermiş: “Emin misin?” Marangoz, “Kesinlikle. Onlar seni kontrol ettiklerini düşünecekler ama onları kontrol eden sen olacaksın. Garanti veriyorum.” demiş. Ve ZAMAN da marangozun teklifini kabul ederek kutunun içine girmiş. Genç marangoz dağdan inerek evine dönmüş ve kutuyu herkesin yüzünü görebileceği şekilde yüksek bir rafın ortasına yerleştirmiş. Ve bu kutuya saat adını vermiş! Çok geçmeden saat ZAMAN’ın kendisi sanılacakmış ve herkes yaşamını yönlendirmek için saatin yüzüne bakacakmış.

Zaman hakkında her düşündüğümüzde saate bakma eğiliminde oluruz. Yaşamımızı ‘saat zamanı’ aralıklarına göre düzenler ve eylemlerimizi akrep ve yelkovanın pozisyonlarına göre ayarlarız! Sadece bir makineye baktığımızı ve başvurduğumuzu fark etmeyiz. Yanlış bir zaman kavramı yarattığımızın farkında değiliz. Saat zamanı gerçek zaman değildir. Saat zamanı basitçe, olaylar arasındaki boşluk algımızı veya içerisinde bir olayın başladığı ve bittiği boşluk algımızı niceliksel olarak ‘ölçme’ şeklimizdir. Ölçüm birimlerimiz olarak saniyeleri, dakikaları ve saatleri icat ederiz. ‘Zaman bilincinde’ olmak çoğumuz için ‘saat bilincinde’ olmaktır. Oysaki bu bir hatadır. Saati ilk makinelerimizden biri olarak icat ettik ve yarattık. Bugün ise çoğumuz kendi yaratımımızın köleleriyiz.

Öyleyse ‘Gerçek Zaman’ nedir?

‘Dışarıdaki’ dünyada olan olaylar, ‘içerideki’ dünyada, yani bilincinizde kaydedilen uyaranlardır. Herhangi bir uyaran, haz almak için tekrar edildiğinde, sonunda bağımlılık haline gelir. Bir uyuşturucu bağımlısının da onaylayacağı gibi, uyaran bağımlılık haline geldiğinde, aynı etkiyi yaratabilmek için giderek daha fazla uyaran gerekir.

Neredeyse hepimizin paylaştığı başlıca bağımlılık, ‘içerideki’ bilincimizin ‘dışarıdaki’ dünyada olan olaylar tarafından uyarımıdır. Bu olaylar, diğer insanları, filmleri, işte elde ettiğimiz başarıları, aileyi, bilgiyi ve ‘kişisel rollerimiz’ kaynaklı imajları ve daha birçok şeyi içerebilir! Bu, kişiden kişiye değişir. Çoğumuz değilse bile birçok kişi giderek olay uyaranın ‘dozunu artırmaya’ çalışacaktır. Böylece ‘daha çabuk’ bir yaşam tarzı için büyüyen bir istekle ve toplu halde hızlanmakla meşgul oluruz. Hızlılığa bağımlı hale geliriz ki bu her seferinde daha fazla olayın uyarımına bağımlılık demektir. Yaşamımızı hızlandırmak, aslında daha fazla ‘olay uyarımı’ tüketmek yoluyla olaylar arasındaki boşluğun/aralığın kapatılmasıdır.

Teknoloji ile ilişkimiz klasik bir örnektir. Bilgisayarınız ‘donar da’ bir süre dişlerinizi sıkarsanız, dişlerinize ne olduğuna dikkat edin. Rahatsızlık ve hayal kırıklığı ve hatta eğer bu sık oluyorsa belki de öfke hislerini yaratmaktasınız.  Hayal kırıklığına uğrarsınız çünkü makineden beklediğiniz önceden belirlenmiş ‘olay uyarımını’ o anda ekrandan alamamaktasınız. Eğer telefon veya dizüstü bilgisayarın yeni modeli önceki modele göre daha hızlı, daha becerikli değilse ve size daha fazla olay sunamıyorsa, bu bir geri adım sayılır ve verdiğiniz paraya değmez!

Yaşam Grameri

İşte bu noktada hikâye ‘ilginç’ hale gelmeye başlıyor. Nasıl ki noktalama işaretleri iyi bir cümlenin doğal özelliğidir; olaylar da uzun, bitmeyen cümledeki, yani yaşamınızdaki noktalama işaretleri gibidir. Cümle içerisinde doğru yerde kullanılan noktalama, cümlenin anlamlı hale gelmesini sağlar. Anlam yüklediğimiz/yarattığımız şey, yaşamdaki olayların noktalama işaretleri arasındaki boşluktadır. Size en derin anlamı veren olayın kendisi değildir. O, olaylar arasındaki, ‘anlamlılığı yaratmak’ için  ‘zaman ayırdığınız’ o boşlukta/aralıktadır.

O, düşündüğümüz, keşfettiğimiz, anladığımız, zevkine vardığımız ve dolayısıyla kendi ‘kişisel anlamlılığımızı’ yarattığımız boşluk/zamandadır. Bu bir derin düşünce ve tefekkür süreci vasıtasıyla olur. Ortaya çıkan ve birçok süptil hissi içeren yarattığımız anlamlılık, daha sonra gelecek olarak adlandırdığımız şeyde dikkatimizi ve enerjimizi nerede ve nasıl kullanacağımıza dair karar verme süreçlerimizi de şekillendirir.

Fakat buradaki büyük bir “fakat”, eğer olayların uyarımının kendisine bağımlıysak ve sürekli olayların hızını ve sıklığını artırmaya bakıyorsak (yani bilincimize daha fazla olay tıkıştırmaya çalışıyorsak), o zaman olayların arasındaki, içinde anlam yaratımımızı gerçekleştirdiğimiz o aralığı küçültüyoruz demektir. Ayrıca olayların oluşu sırasında ‘anlamı görebilme’ kapasitemizi de düşürüyoruz. Sadece olayın kendisinin heyecanı ile meşgulüz. Bu, yaşam boyunca yarışma, yaşamımızda daha az derinlik bulma eğilimiyle sonuçlanır, böylece yaşamdaki tatmin ve memnuniyet hissimiz eksilir.

Anlam ve dolayısıyla anlamlı bir hayat yaratmak için bilinçte ‘içsel boşluk’ ile aynı şey olan ‘zamanı’ yaratmaya, düşünmeye ve tefekküre ihtiyacımız var gibidir. Bunan dolayıdır ki herhangi bir olaydan yarattığınız tam anlam daima size özel olacaktır. Aksi takdirde hepimiz klonlar olurduk.

Özünde, size anlam veren yaşamdaki olaylar değildir; anlamlılığı doğuran, olaylar sırasında ve aralarında onlarla bilincinizde ne yaptığınızdır. Olayların uyarımına ne kadar bağımlıysanız bu, yaşamınızda ‘anlam oluşturmanız’ gereken daha az ‘içsel boşluk’ olması demektir. Bu, cümlelerinizi sadece noktalama işaretlerinden oluşturmaya çalışmak gibidir ki bu, elbette cümlenizi anlamsız kılacaktır!

Bu, bugün yaşamın birçok alanında gördüğümüz kolektif yüzeysellikte ifade bulmaktadır. Böylece modern toplumun birçok alanında derinlik kaybı, birçok kişinin yaşamında, belki de özellikle gençlerin yaşamında anlamdan yoksunluk söz konusudur! Bu gençler ‘olaylarla ivmelenmiş’ bir dünyada doğmuş ve büyümüşlerdir. Buna bağlı olarak, belirli bir seviyede dikkat eksikliği düzensizliğine sahip insan sayısında patlama olmuştur. Sonuç olarak, bu insanlar olmuş olandan ve olmakta olandan sessizce oturma, ifade etme, düşünme, tefekkür, yaratma ve ‘anlamlılık nektarını/özsuyunu’ çıkarma yoluyla, yaşamımızı nasıl yaratacağımız ve yaşayacağımız ile ilgili gelecek kararlarını alırken o nektarı kullanmada yetersizlik göstermektedirler.

Bilinç, zaman ve anlamlılığın üçü de birbirine ayrılmaz biçimde bağlıdırlar.

Zaman Çeşitleri

Dört çeşit zaman vardır. Doğa’nın zamanı, saat zamanı, psikolojik zaman ve ruhsal zaman. Doğa’nın zamanı doğal işleyiş ve iklimlerin değişmesi ile tanımlanır. Bu, ne hızlı ne de yavaş olan, kesintisiz bir döngüsel süreçtir. Sadece olur, daima olmuştur ve muhtemelen hep olacaktır. Doğal dünyanın döngülerinin ritmi ile hizalanmak insanoğlu için terapi niteliğindedir. Dikkatimizi ‘dışarıdaki’ dünyayı tam olarak görmeye ve onunla olmaya verebilmek için faaliyeti bilincimiz içerisinde yavaşlatma eylemi, kendi iç dünyamızda daha derin bir farkındalık geliştirir.

Bir yaz akşamında otların üzerine uzanın ve gökyüzüne bakın, bunu yaparken bilincinizin, yani kendinizin, sessiz, derin, sınırsız bir genişliğe doğru hareket etmesine iznini vermemek neredeyse imkânsızdır. Böyle anlarda yaşamımıza dair hislerimiz farklılaşır. Basit ve aynı ‘zamanda’ heyecan verici olabilir. Ancak, çoğumuz becerikli ve gelişmiş makinelerimizle ve bizim için yapacaklarıyla ilişkimizde giderek daha fazla takıntılı hale geldikçe, otların üzerine uzanma eylemini daha da az yapma eğiliminde oluruz

Zaman Açlığı

Dünyanın bazı bölgelerinde gıda kıtlığı yaşanıyor. Dünyanın diğer yerlerinde ise ‘zaman kıtlığı’ var gibi görünüyor. İnsanlar gerçekten zaman yokluğu olduğuna inanıyorlar. İnsanlar, “yeterli zamanım yok… veya yapacak çok şey var… veya şu anda çok meşgulüm” demeye devam ettiklerinde, ‘zaman açlığı’ çektikleri inancıyla tanımlanan bir zihniyete kendilerini kaptırdıklarını söyleyebilirsiniz. Kimse şimdiye kadar zaman yokluğundan ölmemişken, bazıları yeterli zaman olmayacak inancından kaynaklanan kaygı dolayısıyla kendilerini öldürmüş olabilirler. Böyle zamanlarda doğanın ritmiyle bağlantılarını koparmışlardır. Bu kişiler ‘saat zamanındadırlar’ ve saat tarafından yönetilen bir yaşam sürmektedirler. Bu yüzden de muhtemelen ‘olay uyarımına’ bağımlıdırlar.

Akışta Olmak

‘Hızın’ modern bir Tanrı gibi tapıldığı sözde ‘gelişmiş’ ülkelerdeki insanların yaşam tarzlarında ‘zaman yokluğu’  algısı hâkimdir. Bu ülkelerdeki açık ara en popüler atölye/kurs/seminer muhtemelen… evet, doğru tahmin ettiniz, Zaman Yönetimi! Çok azı zaman yönetiminin ne büyük bir çelişki olduğunu fark eder. Zaman, para veya pirinç gibi yönetilebilen bir emtia değildir. ‘Zamanın akışı’ hakkında konuşabilsek de, bir nehrin tersine, zaman bloke edilemez, kurutulamaz veya yönü değiştirilemez. Sadece zamanın yaratıcısı olduğunuzu ve kaynağının kendi algınız olduğunu idrak ettiğinizde, zamanı kısaltabilme veya uzatabilme kapasitenizin farkına varırsınız.

‘Zaman baskısı’, tahsis edilmiş miktarda saat zamanı içinde yapacak çok şey olduğuna karar verdiğimizde ortaya çıkar. Ve kaygı (korku) üretiriz. Ne zaman ki ayrılan saat zamanı içinde istediğimiz her şeyi yapamayacağımızı kabul ederiz, o zaman algımız değişir ve baskı (kaygı) ortadan kalkmıştır. Fakat bu, yol boyunca kontrol edilemeyeni, beklenmeyeni ve önlenemeyeni hiçbir zaman tam olarak tahmin edemediğiniz, bitiş zamanları ve önceden planlanmış süreç çizelgelerinin ivmeli dünyasında kolay değildir.

Saatle yaşama hatası ‘öğrenilmiş muhtaçlığımız’ ile birleşir. Bu, özsaygınızı işi belirli bir ‘saat zamanı’ içinde yapmaya dayandırdığınızda veya muhtaçlığınız, ‘saat zamanı bitiş çizgisine’ uyum yoluyla başkalarının onayını almak istemenize sebep olduğunda gerçekleşir – zaman baskısı ‘hislerini’ oluşturan bağımlılığınız ve muhtaçlığınızdır. Ne zaman ki size bitiş süresine bağlı bir görev veren kişilere, herhangi bir işinizi kaybetme veya onayı kaybetme korkunuzu gösterirseniz, işte o zaman onlar bunu size motive etmek için kullanmaya başlarlar. Sonra başarısızlık ve kayıp korkusunu yaratır ve kendinizi motive etmek için kullanırsınız ve böylece bir adrenalin bağımlısı haline gelirsiniz.

Hiç son saat dakikasına bir şey bırakır mısınız? Başkalarını memnun etmek için işleri çabucak yapar mısınız? O zaman bir adrenalin bağımlısı olabilirsiniz. Bazı sözde ‘profesyonel insanlar’ kendi üretmiş oldukları bu güçlü uyuşturucuyu hayatları boyunca kullanırlar. Ondan sonra da rahatlamanın ve mutluluğu yakalamanın neden o kadar zor olduğunu merak ederler!

Boşluğu Ölçmek

Saat zamanını burası ve orası arasındaki boşluk deneyimimizi ölçmek ya da tahmin etmek için kullanırız. O, sonra ve şimdi ve …sonra arasındaki algısal mesafe deneyimimizi nasıl ölçtüğümüzdür! Gerçekte zamanın kendisini ölçemez ve yönetemezsiniz çünkü o, yönetilebilecek veya ölçülebilecek bir herhangi bir ‘formda’ bulunmamaktadır. Filozofların çoğunun çağlar boyu bize anlatmaya çalıştığı üzere, zamanın herhangi bağımsız bir varoluşu söz konusu değildir. ‘Zamanda’ oluyormuş gibi algıladığımız her şey bilincimizde oluyordur ki bu durumda zaman bilinçtir. O zaman siz gerçekte ‘zamanın efendisisiniz’!

Hepimizin zamanın geçmesini farklı şekilde gördüğü ve hissettiğini fark ettiğinizde bu anlam kazanır. Hepimiz kendisi için zamanın çok yavaş geçtiğini gördüğümüz insanlar tanırız. Onlar sakin, ağır, aynı anda tek bir şey yapan ve her şey hakkında iyi, yavaş, telaşsız görünen kişilerdir. Diğerleri ise çabuk, her zaman acele eden, her zaman hızlı konuşan ve her şeyi hızlı yapan ve birçok şeyi aynı anda yapmaya çalışan kişilerdir; öyle ki, nasıl yaptıklarını merak ederiz.

Onlar aynı dış dünyada yaşıyor olsalar da iç dünyalarında, psikolojik evrenlerinde zaman farklı akıyordur. Her ikisi de ‘zamanlarını’ farklı yaratıyorlardır. İşte tam da bu sebeple zaman bizim kişisel yaratımımızdır. Her gece yatağa girerken kendinizi ‘bilinçsiz’ hale getirdiğinizde, zamanın tamamen yok olduğuna dair basit gerçek bunun teyididir!

Zaman ve Boşluk Yönetimi!

Bu, en derin ve doğru anlamıyla zaman yönetiminin aslında kendini yönetmek olmasının da sebebidir. Birçok zaman yönetimi seminerinin ismi aslında “Nasıl Daha Organize ve Verimli” oluruz olarak değiştirilmelidir. Bu seminerler daha çok ‘dışarıdaki’ saat güdümlü dünyada olayların nasıl verimli bir şekilde yaratılıp idare edileceği hakkındadır. Burada basit bir formül uygulayabilirsiniz. ‘Zamanı uzatmak’ istiyorsanız daha az düşünün. Neden? Çünkü düşünceler sizin bilincinizde yarattığınız olaylardır. Ne kadar çok düşünürseniz zaman o kadar hızlı akıyor gibi görünecektir. Zaman daralıyor gibi görünecektir! Az düşünün ve düşünceleriniz (iç olaylarınız) arasındaki boşluğun daha fazla farkında olun ve böylece zamanın yavaşladığı ve genişlediği hissini deneyimleyeceksiniz. İçsel deneyime sahip, meditasyon yapan kişiler bunu birkaç bin yıldır bilmektedirler.

Meditasyon ve tefekkür gibi düşüncelerinizi yavaşlatan ve böylece düşünceleriniz arasında daha fazla boşluk oluşturan pratiklerin faydaları, daha net gördüğümüz (ne gördüğümüzü düşünmeden!) ve daha derinden hissettiğimiz (ne hissettiğimiz hakkında düşünmeden önce!) boşluktadır. Ne hissediyoruz? Şiddetli bir anlamlılık, önem, tamamlanmışlık, huzurlu hoşnutluk, sessiz neşelilik, herkesi ve her şeyi sınırsız kabul ve takdir hissi. Bu herkese göre değişir. Kendi iç boşluğunuza ne kadar derin girdiğinize bağlıdır. Ama bunlar hayatın asıl özsuyunu oluşturan malzemelerin bazılarıdır.

Ancak, dikkatimiz dünyadaki dış olayların ve ilişkilerimizin (sadece daha fazla olay demek) uyarımlarına çekildikçe ve onlara bağımlı hale geldikçe, daha çoğumuz bu özsuyu yaratmakta ve tadına bakmakta zorlanıyor gibi görünüyor. ‘Dışarıdan içeriye’ gelen böyle olaylar/ilişkilerde de bir miktar özsu var gibi görünür ama onları sadece kişisel uyarımımız için kullandığımızda ‘besleyicilikleri’ azdır.

Ve son olarak ruhsal zamana geldik! Bir an için tüm dış olayların farkındalığının ötesine geçtiğinizi hayal edin … bir kaç saat dakikası için! Saatin tik-tak sesleri dâhil! Düşünceler ve hisler arasındaki, anılar ve tüm bilinçaltı dürtülerin arasındaki içsel boşluğun içinde kalabildiğinizi hayal edin. Şimdi iç olayların arasındaki içsel boşlukta yaşıyorsunuz. Böyle bir ruh halinde, olaylara, değişime ve hatta olaylar arasındaki herhangi bir boşluğa dair algı olmayacaktır. Böyle anlarda bilinçli olarak zamanı yaratmayı durdurmuşsunuzdur. Böyle bir anda, kendi zamansızlığınızın farkına varırsınız.

Ama bunun hakkında düşünmeye başladığınız an, artık farkına varmazsınız!

İşte bu yüzden en saf anlamda ruhsal zaman yoktur!

Bazıları ona ‘kendi ebediliğinin farkındalığı’ der!

Ama bu başka bir seminerin konusu!

Soru: Sizce neden çok fazla sayıda insan zamanını anlamakta ve yönetmekte zorlanıyor?

Derin Düşünce: Zaman yaşamdır ve yaşam zamandır ve her birimizin birer ‘yaşam süresi’ var. Ama yaşamınızın süresini SİZ mi kullanıyorsunuz yoksa başkasının kullanmasına izin mi veriyorsunuz? Eğer öyle ise, nasıl, kime ve neden?

Eylem: Gelecek ay her gün en az 10 dakika pencereden dışarı bakın ve kendi genişliğinizin farkına varın!

 © Mike George 2015