İş yerinizde mutlu musunuz?
Muhtemelen her gün işe gitmeyi seven çok fazla kişi yoktur! Sizin işiniz sevgi işi mi yoksa… Sadece iş mi?
‘İş dünyası’ bilgi ve enerji karşılığında verilen para üzerine kuruludur! Ancak, ‘iş’ fikri genellikle çalışma ve zorluğu çağrıştırır. Diğer bir deyişle, ‘zevksiz bir uğraşı’! Bariz olan gerçek şu ki, hayatımızı sürdürmek için çalışmamız gerekiyor, ancak bu düşünce bile bizi pek rahatlatmıyor. Zihnimiz ve sohbetlerimizde, işimiz ve hayatı sürdürmek eş anlamlı… Bu nedenle, bu kadar yüksek sayıda insanın ‘iş’ olarak bildikleri ‘çalışma eylemlerinden’ pek zevk almamaları hiç de şaşırtıcı değildir. En sevdiğimiz klişelerden biri, monoton bir biçimde işe gitmek zorunda olma durumumuzu, ‘mecbur olduğumuz lanet‘ olarak adlandırır.
Saat 9’dan 5’e kadar çalışan, hatta 5’ten sonra bile işte kalmak zorunda olan birinin zihni için böyle bir tutum pek yararlı değildir! Bu tür bir zihin, her işin belli bir mutsuzluğu birlikte getireceğini baştan kabul etmiştir. Bu mutsuzluğa da tahammül eder ve alışır. Tatiller, zamlar, terfiler ve gelişen dostluklar gibi güzel olaylar da, işin kötü yanlarını telafi ederek, antidepresan almak zorunda kalmamasını sağlar! İhtiyaçları olduğu para karşılığı sevdiği şeyi YAPMAYANLAR, iş ve işyerlerinde değişik biçimde mutsuzluk yaşarlar. Bu da korku, güvensizlik, hüsran ve küskünlüğe yol açar. Bu durum ise, ‘zor ilişkiler’ doğurur ve bunun bir sonucu olarak bir çatışma çıkmasa bile, altta yatan küskünlükler kendilerini belli eder. Genel olarak baktığımızda, en azından dengemizi bozar. Enerjimizi tüketip, işteki performansımızı, evdeki ilişkilerimizi ve bazen de en iyi dostluklarımızı etkiler. Yaşamımızın iş kısmını sadece atlatmak yerine kendimizi nasıl geliştirebiliriz? ‘Çalışma‘ sürecini, görevlerini ve iş ilişkilerimizi nasıl daha tatmin edici kılabiliriz? Tatmin edici derken, bize daha çok para kazandıran bir iş olmak yerine, daha anlamlı olan ve bize mutluluk veren bir çalışmadan bahsediyoruz.
İşte mutlu olmak ve mutlu kalmak
Mutlu kalmanız, coşkunuzu beslemeniz ve iş yerinizde kendinizi iyi hissedebilmeniz için aşağıda yedi önemli düşünce sıralanmıştır. Aralarından kendiniz için yararlı olanları seçebilirsiniz. Ayrıca, onları diğer yaşam alanlarınıza da uygulayabilirsiniz.
1 Kabul edin ki – her zaman ve her yerde düşünceleriniz ve duygularınızdan 100% siz sorumlusunuz!
Bedende, hastalık olarak adlandırdığımız birçok ağrı gelişebilirken, özümüz de, üzüntü olarak adlandırdığımız farklı hastalık türlerini geliştirebilir! Bazı ağrıların önüne geçilemez, ancak üzüntü her zaman o kişinin kendi tercihidir. Ağrı fizikseldir, oysa üzüntü zihinsel/duygusaldır. Ağrıyı ister istemez bedeninizde hissedersiniz, oysa üzüntüyü kendiniz yaratırsınız, çünkü etrafınızda ne olursa olsun, gerçek şu ki, düşünce ve duygularınızdan 100% siz sorumlusunuz. Sonuç olarak, stres zihninizde yarattığınız düşüncelerle başlar ve bu durumda de, tüm stresinizi kendiniz yaratmış olursunuz.
Bunun anlamı şudur: diğer kişiler, olaylar veya işiniz gibi çevresel faktörler mutsuzluğunuzun kaynağı değildir. Kaynağı siz kendinizsiniz! Bu fikri bazı kişiler beğenmezken, bazıları da bayılır! Neden? Çünkü onlar artık çaresiz bir kurban gibi hissetmek zorunda olmadıklarını fark ederler. Ve artık başkaları veya etrafları değişsin diye beklemek zorunda da olmadıklarını anlarlar. Kendi bilinçlerini değiştirerek, stres ve üzüntülerine çare bulabilirler artık. Ama önce, sorunun başkalarında değil, kendimizde olduğunu anlamamız gerekir. Teoride bu çok kolaydır, ancak eylem veya davranışımıza yansıtmak o kadar da kolay değildir. Önce teori, sonra pratik, sonra da ustalık gelir.
2 Başkalarının mutluluklarından sorumlu olmadığınızı fark edin!
Aynı çikolatalı keki iki ayrı kişiye verdiğinizde, biri, “Muhteşem, teşekkürler” derken, diğeri de “Ay, ben çikolatadan nefret ederim” der. Aynı kek, iki ayrı kişi ve farklı tepkiler! Bunu görmek kolay değil, ancak her birimiz kendi mutluluğumuzdan nasıl sorumluysak, başkalarını mutlu kılmak da bizim işimiz hiç değil! Teoride bu çok apaçık bir şeymiş gibi görünebilir, ama bir düşünün, ne kadar sık başkalarını memnun etmeye çalışırsınız!
Durun ve şu basit fikir üzerine biraz düşünün: insan kendisini ya mutlu eder ya da etmez ve siz bu gerçeği görüyor musunuz, yoksa görmüyor musunuz? Bunu fark etmiş olsanız bile, büyük ihtimal ile etrafınızda hiç kimse bunu fark etmemiştir… Henüz! Bu yüzden, onlar anlayana kadar çok dikkatli davranmanız gerekir.
Müşteriye hizmet edin, ancak iyi bir hizmet verdiğiniz için onun memnuniyetine bağımlı olmayın. Ailenize şefkatli davranın, ancak şefkatiniz karşılığında her zaman coşkulu bir şükran duygusu beklemeyin. İlişkiler bundan çok daha karmaşıktır. Başkalarının bizi mutlu ettiklerine veya bizim başkalarını mutlu ettiğimize inanmayı öğrendiğimizde, ilişkiler problemli hale gelir. Bu hayatın bir gerçeğidir, ta ki her birimiz kendi mutluluğumuzdan kendimiz sorumlu olduğumuzu anlayana kadar.
3 Kendi değerinizi başkalarından almıyorsunuz – bağımlılığınızı bitirin artık!
Bizler çocukken, ebeveynlerimiz (yanlışlıkla veya diğer bir sebepten ötürü) kendi değerimizi anlayıp deneyimleyebilmemiz için, onlardan onay ve takdir görmemiz gerektiğini öğretirler. Büyüdükçe, ebeveynin otorite figürünün yerini resmi bir bağlamda bir yönetici, gayri resmi bir bağlamda da güçlü bir kişiliği olan daha yaşlı biri alır. O zaman da kendimizi değerli hissedebilmemiz için yüzümüzü onlara çeviririz. Beklediğimiz onayı/takdiri almadığımızda ise, kendimizi yetersiz ve değer verilmemiş gibi hissederiz. Bu da o kişilere karşı küskünlük ve hatta öfke hissetmemize yol açar, çünkü kendimizi değerli hissetmemizi sağlamanın, onların işi olduğunu öğrenmişiz bir kere.
Bu, bazı kişilerin kendi işyerlerini tamamen mutsuz bir yer, bazılarının da pek mutlu olmayan bir yer olarak görmesine yol açar. Çoğumuz bu yelpaze üzerinde herhangi bir noktadayız. Bu da, özsaygımızın başkalarına bağlı olduğu anlamına gelir. Kendi değerinizi dışarıdan içeriye doğru yerine, içeriden dışarıya doğru bulmayı öğrenebilir misiniz? Evet, öğrenebilirsiniz! Ancak, önce öğrendiklerinizi unutup, bağımlılıklarınızı yok etmeye karar vermelisiniz.
4 En zor ilişkileriniz öğretmeninizdir – onları kullanın!
Bazen ilk tanıştığınızdan itibaren size ters gelen veya sizi kızdıracak bir şey yapan veya sinirinizi bozan biriyle karşılaşırsınız! Onlar sizin öğretmeninizdir! Ama bunu onlara söylemeyin! Kim sizi kızdırıyor? Kim onlara karşı direnme duygularını yaratıyor? Tabii ki siz… O zaman bir sonraki soru şöyledir: neden? İçinize bakın ve orada kendinizi üzmek için neyi kullandığınızı bulun! Ve günlüğünüzün her sayfasının başına şu cümleyi yazın: “Problem olan hiçbir zaman diğer kişi değildir!” Nihayet anlayana kadar bunu günde yüz kere okuyun. Ama haklısınız, tabii ki ömür boyu beni böyle hissettirenlerin ‘onlar’ olduğunu öğrenip buna inandıktan sonra bu kolay bir iş olmayacaktır! ‘Diğerini’ öğretmeniniz olarak gördüğünüz ve bu ilişkide hangi dersi öğrenmeniz gerektiğini kendinize sorduğunuz an, onları farklı görmeye başlarsınız ve bu da onlara karşı olan tutumunuzu değiştirecektir. Ve bu da onların size karşı olan tutumlarını etkileyecektir. Bu yüzden asıl okul hayattır ve dershane de bilinciniz, yani SİZ! Diğer insanlar sizin derslerinizdir. Her gün sınava giriyorsunuz. O derslerden geçene dek! Ondan sonra dışarı çıkıp oynayabilirsiniz!
5 EVET dediğiniz için seçtiğiniz işi yapıyorsunuz – bunu unutmayın!
Çoğu sabah uyandığınızda ilk düşündüğünüz şey nedir? Şöyle mi düşünüyorsunuz: “Aman, yine işe gitmem gereken bir gün!“, yoksa “Evet, yeni bir gün, müthiş, iş, ilişkiler, eğlence!” Böyle olmadığını tahmin ettim. Ama bazıları gerçekten öyle düşünüyor! İnsanlar işleriyle ilgili en çok şu hatayı yaparlar – kendilerinin SEÇTİKLERİNİ unuturlar. İlk olarak EVET diyerek işi kabul etmiş olmaları akıllarından çıkar. Uyandığınız an doğru enerjiyi harekete geçirmek, işe coşkunun enerjisini götürmek istiyorsanız, yaptığınız şeyin kendi seçiminiz olduğunu tekrar onaylayın… Her gün! Veya gidin ve başka bir şey yapın!
Şunu hatırlayın: ne zaman herhangi biri veya bir şey için ‘yapmak zorunda’ olduğunuzu söylediğinizde, aslında hayatınızı çekinerek yaşıyor oluyorsunuz! Sanki size yaşam armağan edilmiş ve siz yere bakarak diyorsunuz ki: “Sanırım yaşamak zorundayım!”
6 Hiçbir şeyi kişisel olarak algılamayın!
Haklısınız, bu da kolay değil! Ama mümkün. Bazen çok vurdumduymaz kişilerle karşılaşırız. Sanki onlara her şey söyleyebilirsiniz ve onlar da hiç birini kişisel olarak algılamaz. Ne içlerinden, ne de dışlarından duygusal tepki vermezler, oysa çoğumuz için bunun tam tersi geçerlidir. Başkalarının söylediklerine karşı çok hassas davranırız. Başkasının yüz ifadesi değiştiğinde bile, onu anında kişisel algılayarak, söylediğimiz veya yaptığımız bir şey yüzünden olduğuna inanırız. Ondan sonra da, içsel karmaşamızın yatışması için ‘iyileşme zamanına’ gereksinim duyarız.
Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri üzerine endişelenmeyi bırakın artık. Gerçek şu ki, başka birinin ne düşündüğünü tam olarak hiçbir zaman bilemeyiz – o zaman tahminler yürütmenin anlamı nedir? Bu sadece zaman ve enerji kaybına yol açar. Ayrıca, başkalarının sizin hakkınızda ne düşündükleri kimin umurunda? Bu sizin için neden bu kadar önemli? Çünkü kimlik ve saygıyı başkalarından bekliyorsunuz. Kim olduğunuzu ve içinizdeki hazineyi yeniden keşfetmenin zamanı geldi belki de. Bunlar hiçbir zaman sizin elinizden alınamaz. Biz sadece bunun farkındalığını kaybederiz. Artık bunu neden ve nasıl yapacağınızı biliyorsunuz! Bunun farkına varın ve özgürleşin.
7 Yaratıcılığınız yaşam sevincinizi arttıracaktır – onu besleyin!
Çoğu işin, insanın ‘yaratıcılıklarını’ ortaya koyabilmeleri için yaratılmadıklarını anlamamız ve kabul etmemiz gerekir, bu doğru. Çoğu iş, bir şeyler üretmek ve belli bir zaman çerçevesi içinde belli hedeflere ulaşmak için yaratılmıştır. Bu yüzden bu kadar insan iş yerlerinde pek bir tatmin yaşamadıklarını hisseder. Her insanı en çok tatmin eden şey yaratıcı olabilmektir. Bu yüzden buradayız – dışarıdan bir yaşam tarzı almak için değil, kendi yaşam tarzımızı yaratmak için. İşimizde tatmin olmak için, işimizi yaratıcı olabileceğimiz bir olanak olarak görmemiz gerekir. Çalışma biçiminizi olabildiğince yaratıcı haline gelmesi için yeni yöntemler bulmanız gerekir. Örneğin, size bir zaman yönetme çizelgesi verildiğiyse, çöpe atın ve size ve işinize tam uyum sağlayan kendi sisteminizi yaratın. Böylece onu gerçekten kullanacağınız daha olasıdır.
Boş bir kâğıt alın ve işinizle ilgili olan noktaları oraya yazın. Ondan sonra her noktaya tekrar bir göz atın ve aynı işi yapmak veya geliştirmek için farklı yöntemler yaratın. İzin almak için beklemeyin, sadece yapın ve sessizce kendi tarzınızda çalışma yöntemlerini yaratmaya devam edin. O zaman içeriden dışarı doğru gelen farklı bir tatmin duygusunu fark edeceksiniz, oysa önceden işinizin size dışarıdan içeri doğru giden bir tatmin duygusu vermesini bekliyordunuz. Yaşam bu biçimde yürümez. Sadece çoğumuza böyle yürüdüğü öğretilmiştir. İş size tatmin duygusu vermesi için yaratılmamıştır. Size tatmin duygusu verecek şey, herhangi bir işi nasıl yaptığınızdır.
Bu yüzden kendinizi güçlü kılmak, duygu ve düşüncelerinizin efendisi olmak, bilinçli bir biçimde yaptığınız işin kendi seçiminiz olduğunu hatırlamak ve yaratıcılığınızı tekrar keşfetmek öğrenmek ile ilgili DEĞİLDİR, tam tersine inanmanız öğretilmiş çoğu şeye UNUTMANIZ ile ilgilidir!
Ama bana inanmayın. Uyanma zamanı geldi, kahvenin kokusunu alın ve kendiniz görün ve anlayın.
Soru: yukarıdaki hangi nokta en çok ilginizi çekti?
Düşünce: Sizde içten dışa doğru bir coşku yaratması için çalışma tarzınızda neyi değiştirebilir/geliştirebilirsiniz?
Eylem: İşinizi daha yaratıcı kılmak için ne yapabilirsiniz?
Mike George